Merhabalar,
Yıllık iznimin kalan bir haftasını Sonbaharın son güzel ve sıcak günlerinde 8–15 Kasım tarihlerinde Marmaris-Kekova ve tekrar Marmaris şeklinde bir rotada seyir yaparak geçirdik.
Kısaca bu keyifli geziden aklımda kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Teknemiz SO 36İ Rossinante
İlk 3 gün iki kişi (ben ve Özcan) sonradan Varol Abimizin gelmesiyle 3 kişi olarak seyri tamamladık.
Cuma günü mesai bitimi akşam 18.30 Bandırma Feribotuna kıl payı yetişip, sabaha kadar kâh uyuyarak kâh sırayla direksiyona geçerek az gittik uz gittik dere tepe düz gittik ve nihayetinde o muhteşem manzara ve sabah serinliğiyle iyice uyanarak Gökova’yı seyrederek aşağıya inip Marmaris’e iyice yaklaştık.
Eski Marmaris yolu girişinde (ağaçlar arasındaki bu yolu bilenlerimiz hatırlayacaklardır) Akçapınar köyünde otlu ve kıymalı gözlemelerle güzel bir sabah kahvaltısı yaptık.
Marmaris içinde TANSAŞ tan gezi için alış verişlerimizi yaptıktan sonra teknemize yerleştik ve saat 12.00 gibi yola çıktık.
Gezinin neredeyse tamamına yakınında olduğu gibi hava günlük güneşlik ve rüzgâr neredeyse hiç yoktu.
4 saatlik bir motor seyriyle Ekincikte Muhtarlığın makbuz kestiği ama yanaşmanın ve kıçtankara olmanın cambazlık gibi bir maharet gerektirdiği kayalık kıyıya yanaşıp botumuzla kıyı arasında köprü yapıp kıyısına çıktığımız yere bağlandık. (iskele olan yere ise salma nedeniyle yelkenli tekneler yanaşamıyor). Muhtarlığın görevlisine bir gece için 10 YTL verdik.
Akla hemen niye MY Marinaya bağlanmadınız sorusu geliyor, My Marina gerçekten çok güzel, temiz, doğayı ve görüntüyü bozmayan bir mimari anlayışla yapılmış bir yer ama bizim için çok pahalı…
Ekincik tüm bu zorluklarına rağmen mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Ağaçlar ve yeşillikler arasında bir yürüyüşle Ekincik köyüne ulaşıp, önceden telefonla geleceğimizi haber verdiğimiz Ekincik Pansiyona gittik. Tahir Bey, yıllarca İstanbul’da yaşamış, çalışmış ve daha sonra baba ocağı Ekinciğe dönüp pansiyon işletmeye başlamış. Aile işletmesi şeklinde pırıl pırıl mutfağı ve hoş sohbet renkli kişiliğiyle Tahir Bey ve eşi güzel bir işletme kurmuşlar.
Şimdi söyleyeceklerime ise inanamayacaksınız :)
Bol taptaze yeşilliklerle dolu bir salata ve bir çok zeytinyağlı mezelerin yanı sıra neredeyse bir orduyu doyuracak kadar çok lagos, mercan ve zargana’ dan oluşan karışık bir balık tepsi halinde bizim önümüze geliverdi… Eh bir baktık ki 70’ lik buz gibi rakı da şişenin dibine inmiş.
Yeni pişmiş ılık ılık bir kâse sütlaç ve kendi kovanından hakiki kara kovan balı dediğimiz kendine has aromasıyla güzelim balı yedik.
Yemek sonrası uzanıp dalından kopardığımız ve yarısı yeşil yarısı sararmış güzel kokulu mandalinaları yiyip çayımızı da içtikten sonra uykumuz da geliverdi.
Köyün içinden geçip tekrar kıyıya teknemize yürüyerek dönerken havanın serinliğiyle açılıp, tertemiz havayı ciğerlerimize çekerek teknemize bindik, havuzlukta oturup birer kadeh şarap içip yıldızları seyredip sonunda uykuya teslim olduk.Ertesi sabah erkenden kalkıp Dalyan kıyılarından yavaşça seyrederek Sarıgerme ve sırasıyla ve en sonunda Nar adasını bordalayıp Peksimet adası ve nihayetinde Kurdoğlu burnunu geçip daha sonra da Dargeçit’ten geçerek Göcek koylarına vardık. Bedri Rahmi’ ye gidip 9 metre suya demirimizi serip kendimizi serin sulara bıraktık. Epeyce yüzdükten sonra acıkıp ocağa tencereyi makarna suyunu koyarken bir de baktık ki tuz almayı unutmuşuz. Bota motoru yerleştirip kıyıya gidip sezonu bitirip son kışlık hazırlıklarını yaparken gördüğümüz restoran işletmecilerinden bir gazete kağıdı içinde tuz alıp döndüm.
Özcan’ın hazırladığı makarnayı bir şişe şarap eşliğinde afiyetle yedikten sonra tekrar denize girip çıktık ve Fethiye’ ye doğru dümen tuttuk. Akşama büyük maç var Fethiye de seyredeceğiz. Ben Fenerbahçeli, Özcan ise Galatasaraylı… Ece Marinaya yanaştık, palamar botuyla gelen görevliye mümkünse kıyıya ulaşımı kolay bir yer göstermesini rica etmeme rağmen tüm marina içinde en uzak noktaya bağlandık. İtirazım ise bir sonuç vermedi. Bu konuyu uzatıp sizlerin de keyfini kaçırmak istemem ama diğer pontonlarda inat edip saydım (sanırım Marina Müdürü bile bilmiyordur) C,D,E pontonlarında yaklaşık 60-70 teknelik boş yer vardı. Marina ofisteki görevli ise bana ödeme yapmak için gittiğimde hala ahkam kesiyordu, haklı çıkmaya çalışmak uğruna yalanlar söylüyordu.
Bu arada su ve elektrik almamamıza rağmen 71 YTL ödedik bir gece için.
Duşlarımızı alıp, güneş çekilince iyice serinleyen hatta soğuyan hava da üşümemek için kalın polarlarımızı giyip Fethiye de hem yemek yiyecek hem de maç seyredecek bir yer aramaya başladık. Zor zahmet yer bulduğumuz Pera Restoran da güzel bir yemek yedik ve benim için çok güzel sonuçlanan büyük ekranda maç seyrettik.
Burada belirtmeden geçemeyeceğim bir gözlemimde tamamı dolu olan masalarda GS lı FB li formalar giymiş karışık oturan o kadar insanın büyük bir keyifle ve düzeyli atışmalarla maçı seyretmeleriydi.
Maç sonrası ise biraz dolaşıp sonrası tekneye yatmaya gittik.
Pazartesi sabah erken kalktık rotamız Kalkan… Yaklaşık 40 nm bir yolumuz var…
Kahvaltıyı yolda browni, kek vs ile birer neskafe eşliğinde yapıp, neredeyse bütün gazeteleri alıp keyifle akşamki galibiyetin tadını çıkararak spor sayfalarından okumaya başladığım güneşli ılık rüzgârsız bir gün…
Niye böyle adlar verirler ki, geçtiğimiz burunlar iblis burnu, kötü burun vs…
Neyse biz çok güzel ve sakin olaysız geçtik burunları, uzaktan Gemiler Adası, Ölüdeniz kuytuda, Güzel Belcekız sahili… Daha sonra uzun mu uzun git git bitmeyen ama türkuaz rengiyle ve o kadar açıktan gitmemize rağmen 20 m–30 m sığlığında derinliğiyle hafif hafif dalgasıyla Patara sahili… Uzaktan gördüğümüz kadarıyla Patara sahili sonlarına doğru insanlar denize giriyordu.
Güncel sosyal politik konularda sohbetler ederek, iş güç, aile çoluk çocuk konularında konuşarak devam eden seyir boyunca kayda değer herhangi bir şey olmadan saat 15.30 gibi Kalkan limanına vardık.
Yıllık iznimin kalan bir haftasını Sonbaharın son güzel ve sıcak günlerinde 8–15 Kasım tarihlerinde Marmaris-Kekova ve tekrar Marmaris şeklinde bir rotada seyir yaparak geçirdik.
Kısaca bu keyifli geziden aklımda kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Teknemiz SO 36İ Rossinante
İlk 3 gün iki kişi (ben ve Özcan) sonradan Varol Abimizin gelmesiyle 3 kişi olarak seyri tamamladık.
Cuma günü mesai bitimi akşam 18.30 Bandırma Feribotuna kıl payı yetişip, sabaha kadar kâh uyuyarak kâh sırayla direksiyona geçerek az gittik uz gittik dere tepe düz gittik ve nihayetinde o muhteşem manzara ve sabah serinliğiyle iyice uyanarak Gökova’yı seyrederek aşağıya inip Marmaris’e iyice yaklaştık.
Eski Marmaris yolu girişinde (ağaçlar arasındaki bu yolu bilenlerimiz hatırlayacaklardır) Akçapınar köyünde otlu ve kıymalı gözlemelerle güzel bir sabah kahvaltısı yaptık.
Marmaris içinde TANSAŞ tan gezi için alış verişlerimizi yaptıktan sonra teknemize yerleştik ve saat 12.00 gibi yola çıktık.
Gezinin neredeyse tamamına yakınında olduğu gibi hava günlük güneşlik ve rüzgâr neredeyse hiç yoktu.
4 saatlik bir motor seyriyle Ekincikte Muhtarlığın makbuz kestiği ama yanaşmanın ve kıçtankara olmanın cambazlık gibi bir maharet gerektirdiği kayalık kıyıya yanaşıp botumuzla kıyı arasında köprü yapıp kıyısına çıktığımız yere bağlandık. (iskele olan yere ise salma nedeniyle yelkenli tekneler yanaşamıyor). Muhtarlığın görevlisine bir gece için 10 YTL verdik.
Akla hemen niye MY Marinaya bağlanmadınız sorusu geliyor, My Marina gerçekten çok güzel, temiz, doğayı ve görüntüyü bozmayan bir mimari anlayışla yapılmış bir yer ama bizim için çok pahalı…
Ekincik tüm bu zorluklarına rağmen mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Ağaçlar ve yeşillikler arasında bir yürüyüşle Ekincik köyüne ulaşıp, önceden telefonla geleceğimizi haber verdiğimiz Ekincik Pansiyona gittik. Tahir Bey, yıllarca İstanbul’da yaşamış, çalışmış ve daha sonra baba ocağı Ekinciğe dönüp pansiyon işletmeye başlamış. Aile işletmesi şeklinde pırıl pırıl mutfağı ve hoş sohbet renkli kişiliğiyle Tahir Bey ve eşi güzel bir işletme kurmuşlar.
Şimdi söyleyeceklerime ise inanamayacaksınız :)
Bol taptaze yeşilliklerle dolu bir salata ve bir çok zeytinyağlı mezelerin yanı sıra neredeyse bir orduyu doyuracak kadar çok lagos, mercan ve zargana’ dan oluşan karışık bir balık tepsi halinde bizim önümüze geliverdi… Eh bir baktık ki 70’ lik buz gibi rakı da şişenin dibine inmiş.
Yeni pişmiş ılık ılık bir kâse sütlaç ve kendi kovanından hakiki kara kovan balı dediğimiz kendine has aromasıyla güzelim balı yedik.
Yemek sonrası uzanıp dalından kopardığımız ve yarısı yeşil yarısı sararmış güzel kokulu mandalinaları yiyip çayımızı da içtikten sonra uykumuz da geliverdi.
Köyün içinden geçip tekrar kıyıya teknemize yürüyerek dönerken havanın serinliğiyle açılıp, tertemiz havayı ciğerlerimize çekerek teknemize bindik, havuzlukta oturup birer kadeh şarap içip yıldızları seyredip sonunda uykuya teslim olduk.Ertesi sabah erkenden kalkıp Dalyan kıyılarından yavaşça seyrederek Sarıgerme ve sırasıyla ve en sonunda Nar adasını bordalayıp Peksimet adası ve nihayetinde Kurdoğlu burnunu geçip daha sonra da Dargeçit’ten geçerek Göcek koylarına vardık. Bedri Rahmi’ ye gidip 9 metre suya demirimizi serip kendimizi serin sulara bıraktık. Epeyce yüzdükten sonra acıkıp ocağa tencereyi makarna suyunu koyarken bir de baktık ki tuz almayı unutmuşuz. Bota motoru yerleştirip kıyıya gidip sezonu bitirip son kışlık hazırlıklarını yaparken gördüğümüz restoran işletmecilerinden bir gazete kağıdı içinde tuz alıp döndüm.
Özcan’ın hazırladığı makarnayı bir şişe şarap eşliğinde afiyetle yedikten sonra tekrar denize girip çıktık ve Fethiye’ ye doğru dümen tuttuk. Akşama büyük maç var Fethiye de seyredeceğiz. Ben Fenerbahçeli, Özcan ise Galatasaraylı… Ece Marinaya yanaştık, palamar botuyla gelen görevliye mümkünse kıyıya ulaşımı kolay bir yer göstermesini rica etmeme rağmen tüm marina içinde en uzak noktaya bağlandık. İtirazım ise bir sonuç vermedi. Bu konuyu uzatıp sizlerin de keyfini kaçırmak istemem ama diğer pontonlarda inat edip saydım (sanırım Marina Müdürü bile bilmiyordur) C,D,E pontonlarında yaklaşık 60-70 teknelik boş yer vardı. Marina ofisteki görevli ise bana ödeme yapmak için gittiğimde hala ahkam kesiyordu, haklı çıkmaya çalışmak uğruna yalanlar söylüyordu.
Bu arada su ve elektrik almamamıza rağmen 71 YTL ödedik bir gece için.
Duşlarımızı alıp, güneş çekilince iyice serinleyen hatta soğuyan hava da üşümemek için kalın polarlarımızı giyip Fethiye de hem yemek yiyecek hem de maç seyredecek bir yer aramaya başladık. Zor zahmet yer bulduğumuz Pera Restoran da güzel bir yemek yedik ve benim için çok güzel sonuçlanan büyük ekranda maç seyrettik.
Burada belirtmeden geçemeyeceğim bir gözlemimde tamamı dolu olan masalarda GS lı FB li formalar giymiş karışık oturan o kadar insanın büyük bir keyifle ve düzeyli atışmalarla maçı seyretmeleriydi.
Maç sonrası ise biraz dolaşıp sonrası tekneye yatmaya gittik.
Pazartesi sabah erken kalktık rotamız Kalkan… Yaklaşık 40 nm bir yolumuz var…
Kahvaltıyı yolda browni, kek vs ile birer neskafe eşliğinde yapıp, neredeyse bütün gazeteleri alıp keyifle akşamki galibiyetin tadını çıkararak spor sayfalarından okumaya başladığım güneşli ılık rüzgârsız bir gün…
Niye böyle adlar verirler ki, geçtiğimiz burunlar iblis burnu, kötü burun vs…
Neyse biz çok güzel ve sakin olaysız geçtik burunları, uzaktan Gemiler Adası, Ölüdeniz kuytuda, Güzel Belcekız sahili… Daha sonra uzun mu uzun git git bitmeyen ama türkuaz rengiyle ve o kadar açıktan gitmemize rağmen 20 m–30 m sığlığında derinliğiyle hafif hafif dalgasıyla Patara sahili… Uzaktan gördüğümüz kadarıyla Patara sahili sonlarına doğru insanlar denize giriyordu.
Güncel sosyal politik konularda sohbetler ederek, iş güç, aile çoluk çocuk konularında konuşarak devam eden seyir boyunca kayda değer herhangi bir şey olmadan saat 15.30 gibi Kalkan limanına vardık.
Liman bomboş bu yüzden keyfimizce bir yere demir atıp kıçtankara bağlandık. Bizden sonra bir yabancı ailede yelkenlileriyle gelip hemen yanımıza bağlandılar…
Limanda sezon bittiği için para almadıklarını söyleyen ama tuvaletlerden faydalanabileceğimizi söyleyen bir gençle konuştuk.
Çamaşır yıkama, duş, tuvalet imkânlarıyla, su ve elektrik temin edilebilecek şirin tertemiz bir liman…
Kalkan özellikle İngilizlerin yoğun olarak yer yurt alıp yerleştikleri ve bu nedenle gayrı menkullerin çok pahalı olduğu şirin bir belde… Ne kadar doğru bilmiyorum ama duyunca çok üzüldüğümüz Kalkan da insanlar napıyor, nasıl geçiniyor vs diye sorduğumuzda; İnsanların topraklarını yabancılara sattığını daha sonra paralarını harcadıktan sonra bu yabancıların yanına bekçi, bahçıvan vb olarak ücretli çalışmaya başladıklarını öğrendik.
Mevsim nedeniyle biz gittiğimizde oldukça sakin hatta neredeyse tamamen boşalmış, tüm dükkânlar kapalı sadece kıyıda bir iki restoran açık. Limanın hemen girişindeki plajında hala insanların denize girip güneşleniyordu.
Biz biraz teknede dinlenip neredeyse alışkanlık haline getirdiğimiz bağlandıktan sonra bir şişe şarap açıp içme olayından sonra dolaşmaya çıktık. Kısa sürede Kalkanın tamamını yürüyerek gezdik. Dediğimiz gibi Kalkan iyice tenha ve sakindi… Açık olan birkaç yerde ise bize “Kral Faruk’un torunları” gelmişçesine bir muamele itibar gösteriliyordu. Bu durum daha sonra tüm gezimiz boyunca eşlik etti, açıkçası bu durumdan bizde çok hoşnuttuk.
Güneş erken batıyor ve hava erken kararıyor bu mevsimde… Güneşin batışıyla hava da hemen soğuyor.
Akşam deniz kıyısında yer alan ve 12 ay açık olduklarını söyleyen Aubergine Restoran da biz ve 2 masa da İngilizlerin olduğu bahçede sakin bir ortamda balığımızı yedik, rakımızı içtik. Amatör Denizci Belgesini alıp dünyayı gezme hayali kuran sempatik garsonla sohbetler ederek ilerleyen saatlerde teknemize döndük.
Gece ayrı bir güzel, hava açık yıldızlar ve dönem itibarıyla dolunaya yaklaşan büyüklüğüyle ay her yeri aydınlatıyor.
Sabah geç kalktık… Bugün Varol Abi İstanbul’dan gelecek, saat 11.00 gibi Kalkan da olacağı için vaktimiz bol…
Kendimizi şımartmaya karar verdik. Tekrar kıyıdaki Aubergine gittik. Bizi çok güzel karşıladılar, açık havadaki bahçeye bizim için hemen bir masa kurdular. Acil çayımızı demleyip, klasik kahvaltı hazırladılar (İngilizlerin kahvaltı alışkanlığı bize pek damak tadı açısından uygun gelmiyor )
Bu arada güneşli havada kahvaltılarımızı yaparken sabah gazetelerine göz gezdirdik… Ve sevgili Özcan’ın yazdığı kitabın düzeltmelerini yaptığı ve üzerinde sohbet ettiğimiz bir süreden sonra Varol abi taksiyle limana geldi.
Varol abi de kahvaltısını yapıp, birazda hoşbeş’ten sonra tekneye binip, demir alıp, palamarları çözüp Kaşa doğru dümen tuttuk.
Bugün hava açık güneşli ama diğerlerinden farklı olarak rüzgâr var. JJ
Hemen yelkenleri açtık. 9–10 Knot rüzgârda 5–6 Knot hızı hemen yakaladık. Özcan dümende, Varol Abi ve ben yelken trimlerini yapıyoruz.
Kalkan-Kaş arası yaklaşık 15 nm. Zaman su gibi geçiyor, miller ise birer birer eksiliyor… Uzaktan Meis adası, Kaş’ ın kıyıdaki evleri gözüküyor…Bu esnada sevgili Mehmet telefonla arayıp hafta sonu Marmara adasına seyir düşündüklerini ve beni davet ediyor.( M. Erem s/y Lotus) Kalkan-Kaş arası yelken yaptığımızı söyleyince biraz da kıskançlıkla “Hocam fırtına var oralara geliyor hemen dönün İstanbul’a” diye takılıyor.
Kaş Limanı deyim yerindeyse ağzına kadar tıklım tıklım kışlayan guletler ve dalış tekneleriyle dolu, zar zor bir boşluk bulup hemen demirimizi döşeyip, kıçtankara olup bağlanıveriyoruz. Bir görevli geliyor ve 20 ytl bağlanma, elektrik, su parası makbuz kesiyor. Bu görevliyle biraz sohbet ediyoruz.
Limanın içine mendirekle arasındaki geniş beton düzlüğe lunapark kurmuşlar, gece sabahı zor edeceğiz gibi…
Kaş her ne kadar Kalkandan farklı daha büyük bir yerleşim olmasına rağmen burası da oldukça sakin, kimsecikler kalmamış, dükkânlar kapalı…
Biraz dolaşıp gece kıyıdaki Mercan Restoran bahçesine oturduk. Bizden başka bir iki masa daha var. Klasik balık-rakı menümüzü yedikten sonra uzaktan gök gürültüsü ve şimşeklerin parıltılı görüntüsüyle teknemize döndük…
Sabaha kadar şakır şakır yağmur yağdı…
Sabah kalktığımızda yağmur şimdilik dinmiş ve hava tertemizdi… Karşımızdaki Meis adasını neredeyse elimizle dokunacak kadar yakın ve net görüyorduk.
Elimizi yüzümüzü yıkayıp, mendirek üstünde biraz yürüdük sonrası gazete ve ekmek alıp, teknede kahvaltımızı yaptık.
Bu sırada gök tekrar karardı ve bardaktan boşanırcasına yağmur tekrar yağmaya başladı. Yağmurluklarımızı giyip, yağmurun biraz dinmesini fırsat bilip demirimizi alıp hemen Kaş Limanından ayrıldık. Rotamız Kekova…
Kaş-Kekova da yaklaşık 15 nm.
Rüzgârsız ama biraz ıslak ve geceden kalan ölü dalgaların içimizi dışarıya çıkarttığı bir seyirle Kekova açıklarına geldik ve o ufak aralıktan içeri kapağı attık. Birdenbire sanki bir sihir olmuşçasına dalgalar dindi, hava da iyice açıp güneş yüzünü göstermeye başladı… Durgun, sakin bir denizde keyiflerinde arttığı bir şekilde Üçağız’a girdik. Burası ise sanki çarşaf gibi dümdüz bir havuz edasında…
Kıyıda bize el sallayan Hassanın restoranı önündeki tahta iskeleye aborda olduk.
Üçağız, daracık bir girişi olan içerisi ise oldukça geniş göl gibi korunaklı bir bölge. Alargada, kış hazırlıkları yapan onlarca gulet gelişigüzel demirlemiş…
Hassan, çok sempatik biri, eşi ve küçük 2 çocuğuyla Üçağız’da restoran işletiyor. Duvarlarındaki resimlere bakıyoruz, restoranın tavanında ise gelen denizcilerden aldığı çeşit çeşit yüzlerce şapkadan oluşan koleksiyonu var.
Akşam için güzel bir Lagos seçtik. Hassan odun kömürünü yaktı ve iyice köz haline getirdi. Bir taraftan sohbet ediyoruz, birer duble rakıyı içtik bile…
Alargada demirleyen bir yelkenliden Hassan’ın büyük kızının maharetle kullandığı botla 4 kişi daha geldi. Alman olan bu grup kısa süre sonra yemek yedikten sonra tekrar o gece vakti Hassan’ın kızı tarafından teknelerine götürüldüler…
Bol yeşil bir salata ve koca tepsi içinde balığımızı bir büyük rakı eşliğinde içtik… Gecenin ilerlemesiyle hava da biraz soğumaya başlayınca polar ve eşofmanlarımızı giydik. Gece uzun… Yarın Dolunay çıkacak ama bugün de ay koskocaman kıpkırmızı doğdu…
Uzaktan Finike veya Demre önlerinde ise şimşek ve yıldırımların oluşturduğu ve görsel bir şölen var izlediğimiz…
O kadar sessiz ve güzel bir gece ki…
Teknemizin havuzluğunda sohbet devam ediyor, kimse yatmak istemiyor gecenin tadını çıkarıyoruz…
Yarın dönüş başlıyor…
Günlerden Perşembe ve Cuma akşamı Marmaris’te olmayı planlıyoruz.
Sabah çok erken kalktık hava pırıl pırıl aydınlık, güneş ısıtmaya başlamış her yeri… Masmavi gökyüzü…
Yolumuz çok uzun Göcek’ e varmayı düşünüyoruz. Yaklaşık 70 nm bir mesafe…
Geze geze geldiğimiz yerleri hızla geçmeye başladık. Sırasıyla Kaş-Kalkan-Patara… Hava giderek kararmaya başladı, yolda yemek yemedik meyve ve ıvır zıvır la atıştırıyoruz. Kuruyemişle geçiştiriyoruz. Sohbet konuları günlerdir devam ede gelen “Mustafa” filmi, Global Kriz, Yerel seçimler vb.
Gökyüzünde ay bütün haşmetiyle tepelerin ardından kıpkırmızı koskoca doğmaya başladı… Bu gece Dolunay var… Denizcilerin büyük dostu yüzyıllardır geceleri aydınlatan Dolunay bu seferde bizlere kötü, iblis burunlarını aşmamıza yol gösteriyor sanki… Güven veriyor ışıltısıyla…
Fethiye körfezini de enlemesine geçerek yine dargeçitten Göcek koylarından Göbün’ e giriyoruz. Saat artık 22.00.
Ama ne görelim!!!
Ben diyeyim 40 siz deyin 60 tekne birbiri üzerine aborda olmuş, iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık. Kıyıda ise insanlar bağırış çağırış şarkılar eşliğinde dans ediyor. Birden anımsıyoruz Göcek yat yarışlarının son gala gecesi olabileceğini… Biz sessizce tornistan yapıp gecenin karanlığında sessizce sıvışıyoruz buradan. Tersane adasına tersane koyuna gidip 6 m suya demirimizi salıp alargada kalıyoruz. Karnımız zil çalıyor.
Özcan hemen makarna yapmaya başlıyor bu seferki peynirli…J
Koca bir tencere makarnayı gece 23.00 te afiyetle yiyip yanı sıra bir şişe şarabı içip hemen o yorgunlukla uykuya çekiliyoruz.
Sabah erken kalktım, gece o kadar güzel mışıl mışıl uyumuşuz ki…
Kalkıp havuzluğa çıktığımda denizin dibindeki taşlar pırıldıyor sanki dupdurgun bir havuzdaymışçasına salınıyorduk… Tersane koyunun ortasında ve etrafta bizden başka hiçbir kimsecikler yok… Kıyıda küçük bir balıkçı sandalı iskeleye bağlı.
Uzaktan ağıldan çıkarılmış keçilerin melemeleriyle boyunlarındaki zillerin sesi eşliğinde güzel bir kahvaltı yaptık…
Bugün de uzun bir seyir yapacağız. Rota Marmaris, maalesef son gün… 40 nm.
Çarşaf gibi bir deniz, tertemiz güneşli bir hava var.
Aksaz açıklarından geçerken tatbikat veya eğitim yapan savaş gemilerimizi görüyoruz. Aman hızlı geçelim, eğitim sahasının içindeyiz lafları arasında uzaktan yalancı boğaz ve teknelerin direkleri görünüyor.
Saat 16.30 da Albatros Marinaya bir hafta önce koltuk halatlarımızı çözdüğümüz yere Özcan’ın güzel bir manevrasıyla bağlanıyoruz.
Yeni seyirlerde tekrar beraber olma dileklerimle…
Hoşçakalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder