21 Eylül 2010

Rossinante ile Yunan Adaları seyri... Eylül - 2010


Merhabalar,
28 Ağustos–11 Eylül tarihleri arasında 15 gün süren Marmaris çıkışlı Yunan Adaları gezimizde Symi-Nisiros-Amargos-Schinoussa-Naxos-Mikanos-Santorini-Paros-Leros-Gümüşlük- Kos’u gezip yine Symi üzerinden Marmarise döndük.

Gezimize 2 tekne ile çıktık. Her ikisi de Marmaris Limanına kayıtlı ve Türk bayraklı.
Rossinante- Jeanneau Sun Odessy 36İ
Kaptan Semra Baripoğlu, Özcan, Irmak, Gönül, Burhanettin ve son iki gün Gümüşlükten katılan Hatice.
Larimar- Beneteau Oceanis 34
Kaptan Baybora Kırcalı, Yasemin, Ben ve son hafta Mikonosta bize katılan Reyhan.



Tekneyle toplamda 450 deniz mili yol yaptık. Mikonos-Santorini seyahatını ise Hellenic Seaways' a ait feribotla yaptık.
Seyahatımızın neredeyse tamamında Kuzey-Kuzeybatı rüzgârları hâkimdi… Zaman zaman 6 hatta 7 bofor şiddetinde rüzgârlarla 1,5–2 metre dalga boyu denizlerde seyir yaptık.
Dodekanoslar ile Cyklades grubu adalar arası geçişlerimizi gece seyri ile yaptık. Cyclades grubuna ulaştıktan sonra adalar zaten görme mesafesinde olup, birbirine oldukça yakın, rüzgaraltı kolayına ve kısa seyirlerle adaları gezdik…( Naxos-Mikonos arası hariç :) )

Bağlanma ve yer konusunda hiç sıkıntı yaşamadık. Biraz da şansımızdan olsa gerek son yer olsa da mutlaka bağlandık. ( son gece saat 23.00 gibi vardığımız Symi’ de biz alargada kaldık.)
Bağlama parası olarak bazı limanlarda 5–6 Euro, bazılarında ise hiç para ödemedik. Sadece Leros Lakki’ de yeni yapılan hala inşaatı devam eden Leros Marinaya gecelik 25 Euro ödedik.

Yunan adalarında su sıkıntısı var diye korkumuzdan, her gittiğimiz yerde su aldık, eksiklerimizi hemen takviye ettik. Ama Marmarise geldiğimizde teknemizin 2. deposunu hiç kullanmadığımızı farkettiğimizde ise çok güldük halimize… :)
Su ve elektrik için de bir standart yok. Bazen para ödedik, bazen ödemedik.
Yani neredeyse her adada su bulduk. Çoğunda para ödemeden aldığımız suya bazı yerlerde 4–5 euro para ödedik. Keza aynı durum elektrik içinde geçerli… Koylarda alargada kalmadığımız için gittiğimiz her iskelede elektrik temin ettik.

Her adada araba kiraladık. Fiyatlar 30–40 euro arasında değişti. En pahalı arabayı Mikonosta kiraladık. Araba kiralama işini çok kolay hallediyorsunuz. Ehliyetiniz ve dolduracağınız bir form yeterli oluyor. Küçük ve temiz araçlar. Araçla birlikte adanın güzel bir haritasını ve gezilecek yerlerinin işaretli olduğu bir resimli broşürü veriyorlar. Bu geziyi yapacak her arkadaşımıza araba kiralamasını tavsiye ederim.

Sabah kahvaltılarımızı düzenli olarak teknede yaptık. Öğle öğünlerimizi ise eğer seyirdeysek meyva ile geçiştirdik.
Akşam yemeklerimizi genellikle dışarıda önceden araştırıp öğrendiğimiz tavernalarda yedik. Neredeyse birbirinin aynı deniz ürünleri ağırlıklı menüyü bıkmadan yedik. Rakımızı kendimiz götürdük, hanımlar ise yerel ev şarapları içti…
Fiyatlar, Mikonos ve Santorini gibi çok turistik yerlerde dahi oldukça makuldu… (Elbette Burhanettin faktörü de önemli)
Sadece Leros Pandeli koy Zorba’ da yediğimiz 1,5 kiloluk istakoz çok lezzetli ama bir o kadar da pahalıydı… :)

Hepimizin yeşil pasaportlu olması ve vize gerekmemesi büyük kolaylık oldu.
Symi’ den giriş, Kos’ tan çıkış işlemlerini kendimiz yaptık. Oldukça yorucu olmasına karşın girişte transit log için tekne başına 60 euro ödedik, çıkış işlemleri için ise para ödemedik. (Port Police, Gümrük, İmigration Police gibi resmi dairelerin birbirine uzak olması bizi yordu)
Reyhan Atina aktarmalı uçakla Mikonos’ da bize dâhil olmuştu. Çıkışta onu da crew liste dâhil ettiler ve onun çıkış işlemlerini Kos’ ta yaptık.
Bayramla birlikte Kos ve Symi de iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık vardı ve herkes Türkçe konuşuyordu…
Fırsat bulduğumuz her zaman denize girdik, açık denizde ki yüzme molalarını ise unutmayacağız…


1.Gün (Marmaris-Serçe Koyu)

Cuma günü vakit geçmek bilmiyor. Çantamı akşamdan hazırlayıp sabah işyerine getirdim. Saat 18.00 feribotuyla Özcan, Semra ve Irmakla beraber arabayla Bandırma’ ya geçeceğiz. İşyerinden erkenden ayrılıp bir taksiyle Yenikapı’ ya gittim.
Arabayı, kâh Özcan, kâh ben kullanarak sabah gün ışırken Gökova rampalarında Net Turizm’e gelip, mola verdik. Güzel bir kahvaltı sonrası Marmaris’te Baybora ve Yasemin ile buluştuk. Alış verişi yapmışlar beni bir yükten kurtarmışlardı. Ben de bu arada Yüksel Yatçılık’tan Larimar adlı teknemizi bürokratik işlemlerimizi tamamlayıp almış, Gümrük işlemlerimizi tamamlamıştım.
Tekneye yerleştik, eksik bir iki malzemeyi tamamlayıp (şarap bardakları, yunan adaları pilot kitap ve haritalarını) saat 14.00 gibi Netsel Marina’dan avara olduk.
Bugün ilk gün, gecenin uykusuzluğu ve günün yorgunluğu var. Esas düşüncemiz Symi’ye bağlanmaktı ama Serçe’ye kadar zar zor gidip, demir atıp kayalara kıçtan bağlandık…
Herkes denize… Güzelce yüzdük, yorunluk ve uykumuz kalmadı…
Yasemin’ in evden getirdiği nefis zeytinyağlı dolma ve taze fasulye ile güzel bir domates salatasını yiyip, uzunca bir sohbet sonrası kamaralarımıza çekildik…

2.Gün (Symi)


Sabah erken kalktık, ben hemen denize girdim. Biraz yüzdükten sonra kıç halatlarını çözüp, demir aldık…
Symi’ ye oldukça erken girdik. Symi limanını oldubitti sevmem, çok derin ve demir tutturmak biraz zor…
Neyse, güzelce demir atıp, bağlandık.


Yunanistan’a giriş işlemlerini yapacağız. Elimizde evraklar ve pasaportlar… Kızlar ise Symi’yi gezmeye çıktılar… Her defasında unutuyorum, ilk önce hangi ofise gidilecekti… Port Police bir uçta, limanın diğer yakasının en ucunda ise diğer ofis var, Gümrük ise U şeklindeki limanın ortasında…
Akılsız başın derdini ayaklar çekermiş…
Resmi işlemleri en az iki kere bu yolu hem de bu sıcakta, güneş tepemizde teperek ve gümrük binasının akşam saat 17.00 de açılmasını bekleyerek nihayet tamamladık.
Ve koyun en ucundaki plaja yürüyüp kendimizi denize attık…
Akşam hava kararmadan Symi sokaklarında biraz gezip, fotograf çektikten sonra önceden rezervasyonumuzu yaptığımız yine iç taraflarda bir tavernaya gidip oturduk.
Özcan, tavernanın bulunduğu sokağa tripodunu kurmuş oldukça kararlı bir şekilde fotograf çekiyor…
Aslında bizde çok kararlıyız Özcan’ a ödüllü bir fotograf çektireceğiz. :)
Geç vakit kalktık, elimizde dondurmalar geze geze teknelerimize döndük ve yattık…
Yarın erken kalkmayacağız, yolumuz uzun değil 10–12 nm uzakta Nisiros’ a gideceğiz…

3.Gün (Nisiros- Amorgos’a gece seyri)


Sabah uyandığımızda güneş iyice yükselmişti…
Demire geçtim, Yasemin koltuk halatlarını topladı, Baybora dümende…( bu koltuk halatları kızın başına bir iş açacak ama… :))
Symi dar boğazını ağzımızın suyu akarak geçtik. Deniz o kadar pırıl pırıl ki…
Palamutbükü önlerine geldik, Burhanlar limana girecekler, su alacaklar.( bundan sonrası Yunan adaları, korkuyoruz su bulamayacağız diye… )
Biz de hemen boylu boyunca uzanan plaj önüne 4–5 metreye demir atıp önce kahvaltı yapıp, tekneyi güzelce yıkayıp, denize girdik…
Bekle, bekle Burhanlardan ses seda yok… Neyse uzunca bir aradan sonra limandan çıktılar ve Nisiros’a dümen kırdık… (Demirlerini üzerine attıkları Alman bir çiftle papaz olmuşlar vs…)

Öğleden sonra Nisiros Paloi Limanına girdik, liman bomboş, 3 metreye demir atıp, kıçtankara bağlandık. Sanki ayağımızı sürümüşüz gibi arkaarkaya tekneler gelip, limanı doldurdu. Bizim yanımıza da büyükçe bir Bavaria bağlandı. Neredeyse hiç kaloma vermediler, bizim gibi 3 kişiler… Kıç halatlarını ben aldım, teşekkür ettiler…

Motor mu kiralayalım, araba mı tartışmasından sonra hepimizi alacak büyüklükte bir Doblo’ yu Burhanın pazarlığıyla 60 euroya kiralayıp adayı tamamen gezdik.
Önce sauna adını verdikleri yeri gördük, hiç beğenmedik. Küçücük taş duvarlı bir yer, içi sıcak ve nemden küfleşmiş, yosun tutmuş karanlık 5–10 m2 bir alan.
Sonra tepedeki volkana çıktık. Heryer kükürt kokuyor :(

Nihayetinde adanın güneybatı tarafında daracık sokaklı, tertemiz bir köye gittik. Oldukça kalabalık bir turist grubu geziyordu, eski bir kilisenin önündeki meydandaki cafelerde dinlenenler, fotograf çekenler, sokakları dolaşanlar… Burası AB tarafından Avrupanın en güzel köyü seçilmiş.
Evet, güzel bir köy ama bana sorarsanız daha sonra göreceğimiz Amargos’daki Chora daha güzeldi…



Arabayı akşam 19.00 a kadar kiralamıştık, daha vaktimiz olduğunu görünce Paloi ye 5km uzaklıktaki Nisiros merkeze de gittik. Deniz kenarında şirin bir yerleşim…

Bu akşam hava kararmadan Amorgos’a rota tutacağız, ben vakit geçirmeden yola çıkayım istiyorum. Güneşi açık denizde batıralım diyorum. Ama bizim kızlar illa denize girelim diye tutturdular. Limanın hemen yanıbaşındaki plajı gözlerine kestirmişler… Bu arada bende iskeledeki muslukları kontrol ediyorum, biri açık hemen hortumu çıkarıp bağladım. Eksilen suyu tamamladım. Derken plajcılar döndü, zaten hiç beğenmemişler denizini…
Elimde hortum sırayla yıkadım onları. Tekne suyu ziyan olmasın. :)

Palamarları çözdük, ben yine demirdeyim. O da ne? Yanımızdaki Bavaria’ nın zinciri bizimkinin üzerinde. Bavariacılar teknelerinde yok. Neyse bu gibi durumlara alışkınım. Bir halatla askıya aldığımız demirini denize bırakırken, bir grup kızlı erkekli gencin bulunduğu diğer tekneden nereye gidiyorsunuz sorularına Amorgos deyince, müstehzi ile gülümseyip, bir saat sonra görüşürüz cevaplarını duymazlıktan gelip usulca ayrıldık.
Ayrıldık ayrılmasına da arkamızdan bir ses, Rossinante’ nin iskele silyon feneri yanmıyor. Burhan, fazla ampul var mı diye bize soruyor. Bir torbaya koyduğumuz ampulu kakıç ile Rossinante’ nin pruvasına uzatıyoruz. Ağır yolla Limandan ayrıldık… Dışarıda da ağır yolla devam ediyoruz, Rossinante’ yi bekliyoruz.

Yasemin mutfakta akşam yemeği hazırlıyor, güneş maalesef batmış ama kızıllığı ufukta…
Yemeğimizi seyir esnasında havuzlukta yedik…


Gökyüzü yıldızlarla şenlendi…
Sohbet muhabbet derken, kâh Rossinante önde, kâh biz… Yanyana görerek seyrediyoruz. Hava o kadar nemli ki… Sanki yağmur yağmış gibi ıslanıyoruz. Her yer yamyaş…
Hepimiz havuzluktayız, benim gözler kapanmaya başladı…
Tüm seyir boyunca Yasemin havuzlukta, Baybora ve Ben ise sırasıyla uyuyoruz.
Gece yarısı nöbeti devralmak için ay’ ın tüm parlaklığıyla ortalığı aydınlatıp, yol gösterdiği bir geceye uyandım…
Teknenin kıç dümen suyu ise yakamozlarla ışıl ışıl…
Yasemin ilk kez görüyormuş, çok hoşuna gitti, uzunca bir süre bu yakamozları izledi…
Samanyolu, yıldızlar, kayan göktaşları… Her defasında okumama rağmen, sormama rağmen unutuyorum bu takımyıldızları, bu uzun kış gecelerinde tekrar çalışmaya söz verdim kendime…
İskelemizde uzaktan Astipalya’ nın feneri çakıyor…
Rossinante’ de ise neredeyse sabaha kadar Semra Kaptan dümen tutmuş… İstanbul’daki yoğun iş temposu, hasta görüşmeleri vb meşguliyetlerin yorgunluğunu böyle çıkarıyor sanırım. Denizi ve denizciliği çok seviyor…
Bu arada sabah yavaş yavaş tan yeri ağarırken, bizim teknede Baybora uykusu gelmesin diye çekirdek çitleyip periyodik hareketlerle elini hareket ettirince uzaktan Semra kendisine uzaklaş işareti veriliyor anlayıp iyice açılıyor…
Sonradan çok güldük tabii… :)

Güneş, sırtımızdan deniz üzerine doğdu, muhteşem…
Amorgos upuzun önümüzde uzanıyor.

Amorgos’ un güneybatı ucundan sancağa döndük. Biraz ilerledikten sonra karşımızdaki küçük kara parçası ile Amorgos arasındaki geçitten geçip, Amorgos’un bu en güney ucundaki haritada gördüğümüz küçük koya girdim. Tertemiz bir su ama koyun içi tekne dolu… Kıyıda çadırlar, cipler…

Yavaşça oradan çıktım, Rossinante peşimizde… Birkaç mil ileride yine sancağımızda oldukça derin bir koya girdik, bizden başka kimse yok… Kıyıya oldukça yakınlaşıp 7–8 m derinliğe demiri saldık… Rossinante’ de yanıbaşımızda bize aborda oldu.
Uzun bir gece seyri sona ermişti… Hepimiz yorgunduk ama serin denize atladığımızda yorgunluktan eser kalmadı…
Kahvaltımızı hazırladık, yedik, yüzdük…

Birkaç saat sonra tekrar demirimizi toplayıp 3–4 mil ilerideki Katapola Limanına dümen kırdık. Limanda feribotların yanaştığı yerin ilerisindeki yelkenli tekne ve motorbotların bağlandığı yere oldukça şiddetlenen rüzgâr altında yanaşıp boşta kalan son 2 yere yanyana demir atıp, uzunca kaloma vererek kıçtankara bağlandık.

4. Gün ( Amorgos )

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim… Amorgos çok güzel bir ada… Çok beğendik…

Bağlandığımız yer Port Polis’ in tam önü, aramızda sadece bir cadde var, cafeler, dükkânlar oldukça hareketli, gürültülü bir yer. Baştanbaşa beton olan kordonda elektrik ve su var. Biz, zaten bir gün kalacağız diye elektrik, su almayı düşünmüyoruz.
Oldukça rüzgâr var ve giderek artıyor. Gezgin Korsan grubundan dostumuz Yaşar Özen, bana gün be gün detaylı hava durumu raporlarını mesajla iletiyor, zaman zaman da telefonla konuşuyoruz.
Rossinante de bosa düzeneği var, her demir atışlarında bizzat Semra Kaptan tarafından mutlaka bosa vuruluyor. İskele başomuzluktan bindiren rüzgâr, sağanaklarda 25–30 knotu buluyor. Bizde tekne ile beton iskele arasına usturmaça bağlıyoruz.

Tekneleri salimen bağlar bağlamaz doğruca kıyıya atlıyoruz. Ayaklarımızdaki uyuşukluğu gidermek ve yakın çevremizi tanımak için sağa sola dağılıp yürüyoruz.
Sonrasında da karşımızdaki cafe’ nin tuvaletini kullanmak için orda oturup soğuk birşeyler içip, günü planlamaya başladık.
Baybora ve ben araba kiralamaya gittik. 2 tane araba kiraladık, günlüğü 30 euro, elimizde haritalarla döndük. Araba kiralamaya giderken köşede çok güzel bir fırın keşfettik. Sabah ayrılmadan taze ekmek ve çörekler buradan alınacak.
Biraz dinlenip, elimizi yüzümüzü temizleyip, temiz tişort ve şortlarımızı giyip Amorgosu keşfetmeye hazırlandık. Ne giyersem giyeyim ayağımdaki crocs’ ları çıkarmak istemiyorum, o kadar rahatlar ki…
Herkes hazır ama Özcan değil… Yok, tripodu, yok fotograf makinası, yok çantası, yok objektifleri derken… Bizim hatunlardan beter… :) İskelede bekleşip duruyoruz.


Ben, arabayı kullanıyorum. Özcan, Semra ve Irmak beraberiz. Diğer araba beni takip ediyor. Önce Chora’ ya çıkıyoruz. Dar sokaklarında ip gibi dizilerek yürüyoruz. Çok güzel bir yer… Kim önce hangi sokağa girerse hemen bağırıp çağırıyor, “gelin, gelin çok güzel” diye… Elbette Özcan’ a çok iş düşüyor…



Daha sonra adanın güney kıyısına gidiyoruz arabayla, oldukça dar ve kıvrımlı yollardan geçerek…


Luc Besson’ un yönettiği meşhur “ The Big Blue” filmi burada çevrilmiş. O nedenle özellikle genç Fransız turistler tarafından çok rağbet gören bir ada…


Kayalara oyulmuş bence Sümela’ nın karikatürü olabilecek bir manastırın önü çok kalabalık, kadınlar şort ve pantolonla içeri alınmıyor. Dışarıdan seyredip, fotograflıyoruz. Biraz ilerisindeki yukarıdan oldukça vahşi cazibesiyle içimizi ürperten ama turkuaz rengiyle bizleri büyüleyen kayalıklar arasında denize girenleri seyrediyoruz. Uzaktan bir kısmının çıplak denize girdiğini sanıyor, üzerine epeyce konuşuyoruz. Ertesi sabah erkenden burada denize girmek istiyorlar…
Hava kararmaya başladı, tekrar arabalara binip, adanın kuzey ucundaki küçük yerleşim yerine hareket ediyoruz.
Ayias’ a vardığımızda güneş batıyordu. Hemen minik meydancığa park ettik, Özcan boynunda makinası, elinde tripodu koşturdu kayalıklara batan güneşi görüntülemeye… Hemen yanında eski bir yel değirmeni ile batan güneşin güzel pozlarını çekmeye başladı. Kayalıkların arasında sevimli genç bir kız oturuyor, kayalıkların altında ise yine genç sevimli bir delikanlı zıpkınla balık avlıyor… Biraz seyrettik, kısa sürede 6–7 balık vurdu…

Ben, Atilla Ağabey’ i telefonla arayıp yemek yiyecek yer soruyorum. Yunan Adaları ondan sorulur… Ama Atilla Ağabey,” Eyüpcüm, vallahi artık bende karıştırdım hangi adada neresi güzel”… diye haklı bir cevap verince, elimizdeki diğer notlara başvurmaktan başka çaremiz kalmadı…


Bizimkiler yemek yiyecek yer arıyor. Aslında elimizde bir adres var ama…
Neyseki Burhan orayı eliyle koymuş gibi buldu. Ahtapot ızgara kokularını takip ederek bulduğunu söylediler…
Limani Taverna, dar sokak içinde sıralı masalarıyla oldukça şirin, çok da kalabalıktı. Doğru seçim yaptığımızı düşünüyoruz.
Yeri gelmişken ilginç bir gözlemimizi de aktarmak istiyorum. Tüm taverna ve restoranlarda çok az garson, hatta çoğunda tek garson olmasına rağmen son derece süratli bir şekilde servis yapıyor. Oldukça güleryüzlü olan bu garsonlar tüm masalara hâkim…
Bu durum bizim yemek yeme alışkanlığımıza uymuyor tabii…
Biz, sırayla mezeler gelsin, uzun uzun masada oturup, rakılarımızı içip, sohbetlerimizi etmek isterken bir anda dolan masayı silip süpürüp eee… diye bakakalıyoruz. :)
Bu arada hangi adaya gittiysek o adanın haritasının olduğu bir kâğıt örtüyü masa örtüsü olarak yayıyorlar…

Kahvelerimizi içip oldukça makul gelen hesabı ödeyip, gözlerimiz uykulu taverna’ dan çıktık. Dün geceki seyrin acısı çıkmaya başladı sanki…
Virajlı ve dar yolda yaklaşık 1 saat süren yolculuktan sonra Katapola Limana teknelerimize geldik.
Havuzlukta oturup Semra’ nın demlediği çayı içerken bir bayan bir erkek iki resmi görevli geldi, kimsiniz, nerden geldiniz vs… Ve sabah mutlaka ofise uğrayın dediler…
Bir bardak çayı içer içmez sızmışım…

Yarın, yakın küçük sikladlara gitmeyi düşünüyoruz.

5.Gün (Amargos)

Sabah erken kalkmak istememize rağmen kalktığımızda saat 9.30 olmuştu. Teknelerde rüzgâr uğultusu altında kahvaltı yaparken teknenin kıçının sancak tarafından iyice iskeleye dayandığını, usturmaçanın iyice ezildiğini gördük. Biraz halatlarla, zincirle oynayıp palyatif tedbirler aldık ama…
Port Police de bizimkileri biraz uğraştırmışlar. Burhan’ ın canı burnunda, küfredip duruyor. Yok, fotokopi istemişler, yok pasaport vs… Fotokopici açık değil, ellerinde tekne evrakları bekleşiyorlar. Daha sonra fotokopi çektirip gittiklerinde ise gerek yok deyip almamışlar bile… Para pulda ödemedi sanırım…
Ben, Özcan’ dan kuşkulanıyorum. Dün akşam Türkiye-Yunanistan basket maçından sonra bunlara el hareketi filan mı yaptı diye…:)

Bu arada Port Police bügün limandan ayrılmayın hava daha da sertleyecek demiş. Gerçi ben çıkalım diye ısrar ediyorum, nasılsa rüzgaraltı yakın adalara gideceğiz diyorum, bizimkilerin hassas noktasından başlıyorum, “Oğlum, tatlı su denizcisi misiniz siz" diyorum, " Nasıl dünya turu yapacaksınız? Vs…” Ama ikna edemiyorum…
Bugün de Amorgos’ dayız.
Madem Amargosdayız, tekneyi daha güvenli bir yere alıyoruz. Zincirlikte zincir kalmayacak kadar uzun bir zincir döşüyoruz… Bu sefer daha iyi ve güvenli oldu, rahatça gezebiliriz adayı…
Yasemin geçenlerde teknede oynadığımız pişti de beni yenince iyice morallenip, cafe’ de king oynamaya davet ediyor bizleri…
Yasemin ve Özcan açısından sonuç hüsran oluyor, arkasından oynanan eşli pişti’de de yenilince özellikle Yasemin’ in suratından düşen bin parça… Özcan ve Yasemin, her iki oyunda da yenilince hesapları ödemek zorunda kaldılar. :)

Plaj çantaları hazırlandı. Hedef dün gördüğümüz Big Blue filminin de çekildiği kayalıklardan denize girmek. ( bu filmin DVD sini alıp, kış geceleri izlemeli )


Ben, çok daha güzel ve etkileyici, Türkiye’ den hemen 10 yer sayabilirim, aslında yüzlercesi vardır eminim.
Nasıl da pazarlıyorlar ya… Kayalar arasında küçücük, kumu desen kum değil bir plaj düşünün, deniz hemen derinleşiyor, açık denize açık, dalgalı bir koycuk…
Kayalar üzerinde onlarca insan, havlularını sermiş, bazıları üstsüz güneşleniyor. Eşlerin gözetiminde veya göz hapsinde demek daha doğru olacak denize girdik, güneşlendik.
Neyse Reyhan henüz yok, ben daha rahatım… :)
Bizim haytalar bana, ben ise onlara imreniyorum. Güneş kremi, havlu, su, üzüm, erik, gak, guk… Ne deseler ikiletilmiyor… Reyhan da artık gelse…


Her gittiğimiz yeri aynı hızla tüketiyoruz. Burası tamam deyip, başka yerleri de görelim, eksik kalmasın diye koşturuyoruz sanki…
Bindik arabalara, Katapola ile Ayias arasında dün yolda giderken de gördüğümüz minik bir ada ile arada kalan güzel bir plaj yerine doğru hareket ediyoruz.
Gittik gitmesine ama hiç beğenmedik. Sahilde iki bayan turist güneşleniyor, oldukça rüzgârlı ve dalgalı… Herşeye rağmen Burhan, madem buraya kadar geldik diyor, ben israfı sevmem deyip denize giriyor…
Burhan denizden çıkınca tekrar arabalara binip Choraya gidiyoruz. Bu sefer daha güzelce gezip, hoş bir ağaç altındaki minik bir meydandaki Cafe de birşeyler yiyip içip akşama doğru teknelere dönüyoruz.


Arabaları teslim ettik.
Ara sokaklardaki dükkân ve mağazalar bizim kızlar tarafından tavaf edilip, ucuzluk varmış diye alışveriş yapıyorlar…

Akşam için Limanın diğer tarafında Murali Taverna adında küçük ama tıklım tıklım bir yere rezervasyon yaptırıp topluca yemek yemeye gidiyoruz. Önümüz deniz, burayı çok beğendik, yemek ve mezeleri çok taze ve nefis… Hesap da uygun geldi…
Bu arada Tzigane teknesi de gecenin karanlığında limana giriş yaptı… Dünya turuna başlayacaklar. Ekber ve bir arkadaşı gelip yan masada yemek yemeye başlarken, biz kalkıyorduk…

Yarın yola çıkıyoruz. Amorgosu çok sevdik… İleride tekrar geliriz umarım…
Teknelerimizde çayımızı içip, uyuduk…

6.Gün (Schinoussa-Naxos)

Sabah erken kalktığımızda rüzgâr hala şiddetinden kaybetmemişti… Ama n’olursa olsun yola çıkmalıyız. Cuma günü, yani yarın akşama kadar Mikonos’ta olmalıyız. Reyhan uçakla Mikonosa gelecek. Ve bizim de önce Naxos sonra Mikonos olacak şekilde yaklaşık 40–45 nm yolumuz var.

Koydan çıkmadan anayelkeni 1.camadan da açtık. Koydan çıktığımızda oldukça kuvvetli bir rüzgâr Poyrazdan bindirdi, güzel bir apaz seyirle yükseliyoruz. Görüş son derece açık, hava güneşli… Karşımızda birçok ufaklı, büyüklü ada… Aralarından geçtik, Schinoussa adasının Mersini Limanına girdik… Ufacık bir ada, sahide bir iki ev görünüyor. Koyun sancağında beton bir feribot iskelesi var. Tam karşımız ise çok güzel kumu olan bir plaj… Sahile iyice yaklaşıp 4–5 m derinliğe demiri bırakıp uzunca bir kaloma verdik… Küçük bir kayıkçı teknesinde bir adam yavaş yavaş sırtı atmış geziniyor… Selamlaştık…


Kahvaltı hazırlamadan attık kendimizi suya… Yunan adalarında şimdiye kadar gördüğümüz en şirin sahil ve temiz deniz… Kıyıya kadar yüzdük, incecik tertemiz bir kum, dışarıdaki rüzgâr nedeniyle dışarıya çıkamıyor, ürperiyoruz. Ayağa kalkan hemen suya tekrar oturuyor…
Kıyıda oldukça yaşlı iki hanım birşeyler topluyor…
Bizim kızlarda yanlarına gittiler, onlarda başladılar toplamaya… Bilezik, kolye yapacaklarmış o kabukluları… Topladıkları tüm o ufak kabukluları bana verdiler, şortumun cebine koyup tekneye yüzerek getirip bir bardağın içine koydum…

Rossinante de geldi yanıbaşımıza demir atıp, bize aborda oldu…
Bol sucuklu, yumurtalı bir kahvaltıdan sonra uzunca dinlendik…
Keşke daha çok vaktimiz olsaydı da geceleyebilseydik…

Demiri alıp, geldiğimiz gibi ama gözümüz arkada kalarak ayrıldık bu şirin adadan…


Naxos’ a yaklaştığımızda vakitte epeyce ilerlemiş saat 18.00 gibi…
Naxos Limanına oldukça sığ ve dar bir yerden girdik. Limana girmeden sol tarafta Apollon tapınağı olan yerin altındaki demir yerinde alargada bir tekne var. Limana girdik ama bağlanacak yeri bulamayıp acaba başka bir giriş de var mı diye tekrar tornistanda yavaşça çıktık, dolaşıp baktığımızda başka bir giriş olmadığını liman içindeki tam köşede duran büyük Kosterin girişi kapamış gibi göz yanılsaması yaşadığımızı anlayıp tekrar limana girdik.
Kosterin yanından iskele yaptığımızda büyücek birkaç pontondan ibaret teknelerin bağlı olduğu marinamsı bir yere yaklaştık. Arada boş bir yer bulup yanaşmaya çalışırken o dar alanda tekne tornistanda bir türlü laf dinlemiyor olup biraz sıkıntı yaşamama neden olunca Baybora’ nın usta manevrasıyla o sıkışık yere bağlandık. Ben demirde, Yasemin ise kıç halatıyla uğraşıyor.
Kısa bir anekdot yazayım; geçenlerde yabancı bayraklı yabancı bir karı koca’ nın kullandığı bir tekne demir atıp yanaşırken ki adam dümende kadın ise demirde… Bir sorun yaşandı ama adam demirdeki kadına sesini duyuramadığı için, sinirlenip basbas “ Stop! Julia Stop!” diye bağırmaya başladı. Kadıncağız, kıpkırmızı oldu, çok üzüldü…

Baybora, Yasemin’ in kıç halatını istediği çabuklukta ve doğru bağlamadığı düşüncesiyle Julia örneğindeki gibi davranınca, teknenin havuzluğuna döndüğümde Yasemin’ in gözlerinin dolduğunu ve üzüldüğünü gördüm. Elbette kısa bir süre sonra Yasemin’ in bağışlayıcı kimliğiyle Baybora bağışlandı ama tatil boyunca bize de takılacak bir malzeme çıkmıştı… :)

Biz, herşeyi eksiksiz bilen, herşeye kadir erkekler tarafından, herbir eksik olduğunu düşündüğümüz durumda bayanlara “Julia stop” diye seslenilmeye başlandı… :)

Yasemin ise ertesi gün, kıç halatını nasıl 8 yaptığını son halkayı ise nasıl kilitlediğini bana demostrasyon yaparak gösterip, Baybora’ nın haksız olduğunu ispatlayınca iyice rahatladı…

Biz bağlanırken, Rossinante de kıçı biraz açıkta kalacak şekilde pontonun ucundaki son yere manevrasını yapıp bağlanmıştı…

Bu esnada bisikletiyle koşa koşa biri pontona yanımıza geldi, başladı türkçe konuşmaya… Teknelerimizdeki Türk bayraklarını görmüş, adada yaşayan tek Türkmüş Nuray Usta.
Hemen sahilde caddenin arkasında sırasıyla dizili tavernaların birinin sahibiymiş. Yaklaşık 30 yıldır burada yaşıyormuş. Eliyle tavernasını gösterdi, Zorba Taverna…
Temiz mazot, su, elektrik, alışveriş vb herhangi bir ihtiyacımız varsa yardımcı olacağını söyledi. Mazot istedik. Tuvalet, lavabo vb ihtiyacımız için rahatlıkla tavernasını kullanabileceğimizi söyledi…
Akşam için 9 kişilik yer ayırttık. Menü için ise siz karışmayın, ben hallederim dedi ve gitti…
Biz teknede şarap açıp içerken mazot için biri geldi. İki tekne için de mazot takviyemizi yaptık. Pontondaki musluklardan su aldık, teknelerimizi yıkadık… Elektrik bağladık.
Burhan ve Baybora evraklarla sahilde Port Police gidip, işlemleri yaptırdı…
Akşam zaten oldu…
Giyinip, süslenip Zorba Taverna ‘ ya gittik.
Elimizde büyük bir Yeni Rakı Nuray Usta’ ya bizden bir hediye… Nuray Usta, sempatik yaklaşımı ve güleryüzüyle bizi karşıladı. Masamız hazırlanmış, donatılmış… Yeni Rakı’ ya çok sevindi…
Vallahi nerden başlayıp nasıl bitireyim bilemedim ama kısaca çok güzel ve lezzetli mezeler yedik diye kısa keseyim en iyisi… Geç vakit hesabı istediğimizde ise çok şaşırdık. Neredeyse bedava sayılacak kadar az hesap ödedik.
Nuray Usta, birbirinden güzel ve şirin, türkçeyi yarımyamalak, çok az bilen 4 kızıyla beraber yaşıyor. Kızların biri kasada diğerleri garson olarak hizmet ediyor…
Naxos’ un oldukça büyük olduğunu, çok gezilecek yeri olduğunu söylüyor. Ama biz sabah kalkıp Mikonos’a gideceğiz. İleride birgün Naxos’a gelip birkaç gün kalmayı düşünüyoruz.

Yemekten sonra kordon boyunda kısa bir gezmeden sonra teknelerimize döndük.
Sahil cıvıl cıvıl, genç kızlar, erkekler…
Ama biz de yorgunluk var… Çayımızı içip, uyuduk…

7.Gün ( Mikonos )

Gece boyu mandar halatlarının sesi, bumbadan geçen rüzgârın çıkardığı uğultuyu dinledik.
Sabah erken kalkıp, kahvaltıyı da yapıp su hortumu, elektrik kablosu, pasarellamızı toplayıp kıç halatlarını çözüp, demirimizi aldık. Demirde Yasemin ve Ben varım, Baybora dümende ama ceza olarak kıç halatlarını da topluyor…:)
Yavaşça limanı çıktık. Rossinante peşimizde…
Kafamızı rüzgâra vermek için kuzeye dönüp camadanlı ana yelkeni açtık. Naxosu terkederken demir yerinde alargada bekleyen teknelerin sayısının artmış olduğunu gördük. Bizden başka denizde tekne yok. Neyse en az iki tanesi bizim boşalttığımız yere girip bağlanır…

Naxos’ u terkedip Mikanosa yönelince koca dalgalarda bizi karşılamaya başladı… Kafadan gelen rüzgâr, büyük dalgalar… Dayak yiye yiye gideceğiz…
Mikanos’ un doğu ucuna doğru dar apaz bir açı yakalayıp, dalgaları da başomuzluktan alarak biraz seyir konforumuzu artırıp yelkenle tırmanmaya başladık.
Rossinante yelken açmadı, bata çıka ilerliyor…
Mikanosa yaklaştıkça dalgalar azcık küçülmeye başladı. Bir tramolayla sancağımıza döndük, nispeten daha kolayına bir seyirle o meşhur plajları teker teker uzağından geçerek Mikonos önlerine geldik… Mikonosa girerken uzaktan dev cruise gemiler görünüyor, yanımızdan da 2 cruise bizi geçerek limana girmişti…
Pilot kitaplarda koy girişinde batan feribot olarak işaretli sığlığın biraz açığından geçip limana doğru yaklaşmaya başladık. Deniz düzelmeye başladı ama rüzgârın soluğu kesilmiyor bir türlü…
İyice yaklaşıp yelkenleri kapatıp, Cruise gemilerin yanıbaşından bir türlü tamamlanmadığı söylenen marinaya selametle girdik. 20 nm yolu 6–7 saatte tamamlamıştık.
Pontonlarda boş yer çok… Şiddetli rüzgâr altında tonoz halatını almaya çalışırken tekne hemen dönüp, pontona aborda oluyor… Baktık ki olmuyor, pontonun diğer tarafından rüzgarı arkamızdan alarak yanaşıp, demir atıp kıçtankara bağlandık. Ayrıca rüzgarüstünden bir de açmaz aldık…

Nihayet 2 senedir gitmeyi planladığımız ama hava ve deniz durumlarındaki olumsuzluklardan dolayı gidemeyip yarı yoldan döndüğümüz Mikonosa varmıştık.

Rossinante de arkamızdan girip, pontondaki yanyana 2 tonozu alıp, güvenli bir şekilde bağlandı.

Irmakla beraber, marinanın karşısındaki rent a car’ a gidip 2 adet araç kiraladık, günlüğü 40 euro dediler. Pahalı deyince de burası Mikonos, hem size rahat ve güvenli diye Jip verdik dediler… Kırmızı jipi biz aldık, Beyaz Baybora’ ya…


Irmakla beraber Jipe binip 5–6 dk mesafede olan havaalanına gittik. Yarım saat bekledikten sonra Reyhan Atina aktarmalı olarak İstanbul’ dan akşamüzeri 16.30 da çıktığı Mikonos seyahatına akşam 20.00 gibi varmış oldu…
Çantasını alıp, kapıda karşıladığımız Reyhan’ ı kırmızı jipe bindirip tekneye getirdik…
(Acaba benim kıymetimi biliyor mu diyorum içimden, Uçakla Mikonosa gel, eşin seni havaalanında jiple karşılasın, marinada bekleyen teknesine bindirsin…:) )


Teknede güzel bir erişte, makarna yapmışlar…
Salata, şarap, makarna derken karnımızı güzelce doyurduk.
Sonrası giyinip Mikonos gecelerine akmaya gittik…
Arabaları, merkeze yakın bir otoparka koyduk. Otopark ücreti herbir araba için 10 euro ödeyince “eee, kardeşim burası Mikonos elbette…” konuşmaları arasında kalabalığa karışıp bar, alışveriş mağazaları, şirin tavernalar, dondurmacısından, tatlıcısına birçok değişik dükkânın yanyana bulunduğu dar sokaklara daldık…


Epeyce dolaşıp, Little Venice denen deniz kenarında daracık bir kaldırıma dizilmiş yemek saati restoran, taverna, geç saatlerde ise barlara dönüşen bir yerde yorulup birer içki içtik…
O kadar kalabalık ki, insanın başı dönüyor, gelen giden…


Saat geceyarısına doğru ise eski liman tarafındaki meydana gelip, bir dondurmacıdan dondurma alıp yiyerek, arabalarımıza doğru yürüdük.
Bu arada seksi kızlar tarafından gece yarısı super Paradise plajında yapılacak gece partisine davet broşürleri dağıtılıyor, çıkışta otobüsler bu partiye gidecekleri götürmek için sıra sıra bekleşiyordu…
Ama bizim uykumuz var… Acaba yaşlandık mı?
Irmak’ ın içi gitmiş olabilir… N’apsın genç kız, bizimle kös kös teknenin yolunu tutuyor…
Daha 15 yaşında… Hele bir bitsin bu 15 yaş, gösterecek gününü… :)

Tekneye gelip, bir ritüel haline getirdiğimiz çayımızı içip uyuduk…
Ertesi gün de Mikonos’ dayız. Erken kalkmayacağız… Ne güzel…

8.Gün ( Mikonos)

Reyhan, ilk gece havuzlukta, biminiyi toplayıp, yıldızları seyrederek uyumuş.
Sabah kalktık, ben taze ekmek almak için arabayla şehre doğru gittim.

Tekneleriyle Mikonos’a gitmeyi düşünenler için birkaç kelime yazmalı; Mikanos’ un güneybatısından sancağa dönüp 1,5–2 mil gittikten sonra tekrar sancağa döndüğünüzde geniş körfezin sonunda sancak tarafında Mikonos karşınıza çıkıyor. Özellikle bu rota çeşitli sığlıklar, küçük adacıklar ve kaya parçacıkları ile dolu olduğundan, yöreyi iyi bilmeyen denizcilerin gece seyri yapmamalarını öneririm.

Körfezin tam karşısında pruvanızda, hatta biraz iskele başomuzluğunuza doğru ise devasa Cruise gemilerin yanaştığı yeni liman ve hemen yanıbaşında, içiçe görünen marina’ yı göreceksiniz.
Marina inşaatı, pilot kitaplarda bahsettiği gibi hala tamamlanmamış. Zaten tamamlanmasına da gerek yok gibi görünüyor. Çünkü Mikonosta bulunduğumuz süre boyunca devamlı Cruise gemiler geldi gitti… Ve Mikonos’ a neredeyse her 15 dk bir uçak inip kalkıyor.
Marina tamamlanmamış ama 4 adet güzel pontonu var. Tonoz alabilirsiniz.
Marina ve Yeni Liman, Mikonos merkeze yaklaşık 6–7 km uzaklıkta.


Mikonos merkez de ise eski liman bulunuyor. Bu limanın yan tarafında bulunan büyük beton iskeleler Adalar arası vızır vızır yolcu taşıyan hızlı Feribotlara ayrılmış.
Hemen yanı ise yine büyük motoryatlar tarafından işgal edilmiş… Hepsi birbirinden alımlı ve güzel bu motoryatlar kimbilir kimleri ağırlıyordu…

Araç girişinin yasak olduğu eski Mikonos’ un hemen girişinde küçük bir kum plaj var. Gerçi çok az kişi buradan denize giriyor. Havanın, rüzgârın uygun olduğu koşullarda buraya sokulup alargada kalınabilir. Ama tamamen kuzey rüzgârlarına açık…
Mikonos’la ilgili tüm broşür, anı ve tatil yazılarında da okumuş olduğunuz gibi, bilinen tüm meşhur plaj ve beachler adanın güney kıyısı boyunca sırasıyla yer almakta. Paradise, super paradise, elia beach vb…


Gelelim biraz daha farklı gözlemlerime;
Mikonos kadar farklı cinsel tercih sahibi insanı birarada görmemiştim desem yalan olmaz…
2 günün sonunda günahı, vebali boynumuza bizden başka herkesi öyle sanmaya başladık. Ve biz de rahatladık… Tüm erkekler gay, tüm kadınlar ise lezbiyendi… :)
Plajlarda, cafelerde, sokaklarda, barlarda… Vallahi anlatmakla olmuyor, mutlaka görmelisiniz…
O yakışıklı gençler için diyemiyeceğim ama o güzel hatunları öyle görünce içim burulmadı desem yalan olur diyerek bu konuyu kapatıyorum… :)

Kahvaltılarımızı teknelerimizde yaptıktan, tekneleri güzelce neta edip, çöpleri vs toplayıp attıktan sonra plaj çantalarımızı hazırlayıp arabalara binip Mikonos’ u gezmeye çıktık.
Birgün öncesinden Irmak’la beraber Reyhan’ı karşılamak için yaptığımız küçük keşif gezimizden dolayı, önde ben, arkada Baybora Mikonos’ un güney sahillerine doğru yönlendik… Dimdik ve oldukça virajlı ve dar yollardan geçerek Super Paradise plajına geldik.

Çok güzel, düzenli… Deniz ve kum ise süper… Ve çok kalabalık, giderek de kalabalık arttı…
Sahili düzenli olarak temizleyen görevliler, şezlonglara kadar servis yapan genç kızlar var. Tanesi 6 eurodan şezlong ve şemsiye alıp yanyana dizildik.
Biz bu işi yapıp, havluları vs çıkarıp, güneşe göre şemsiyelerimizi, şezlonglarımızı konumlandırırken, fırsattan istifade eden Burhan ve Baybora’ nın sahilde çevreyi kolaçan etmesi ve kara gözlüklerin arkasından etrafı dikizlemeleri, Yasemin tarafından ileride kullanılmak amacıyla itinayla belgelendirilmiş… Çok güldük…
Beni direk olarak oraya götürüp bıraksalar başımıza taş yağacak tarzı bir modda olurdum ama geçen 2 gün boyunca ben de alışmışım sanırım…
Plajın sağ tarafı ise bambaşka bir âlem… Hanımlara yasakladık o tarafa geçmelerini…
Ama Burhan, güya bizi o kalabalıkta bulamamış… mış, yanlışlıkla o tarafa geçmiş… miş… vs… vs… Gönül, n’olur kocamı sağ salim getirin diye bize yalvarıyor…
Bu sefer biz de Burhan’ ı aramaya çıktık haliyle…

Bu arada söylemeden geçmek ciddi haksızlık olacak; Gönül, tüm grubun koruyup, kollayıcısı anaç bir tavır içinde. Burhan’ ın üzerine titrediği gibi hepimizi de kolluyor… Plaj çantası hazırlanırken, hadi geç kaldın vb eleştirilere muhatap kalmasına rağmen, yanına mutlaka yolluk birşeyler alıyor, su, meyva, çerez vb…
Sanki hadi boşver alma, geç kalıyoruz diyen bizler değilmişiz gibi, gittiğimiz plajlarda susayınca, karnımız acıkınca, serinlemek için vs hemen Gönüle müracaat ediyoruz…
Seyirlerde de dramamin almasa daha iyi olacak ama… :)

Gönül’ ün getirdiği buz gibi tertemiz yıkanmış üzümleri de çevremizdekilerin ağzı sulanarak bakınmasına rağmen güzelce yedik,
Geç vakit ayrıldık Super Paradise plajından…

Arabayla geniş bir kavis çizerek tekrar Mikonos merkeze döndük. Yarın Santorini ye gidilecek. Feribot biletleri alındı. Mikonos-Naxos-Paros-İos ve Santorini şeklinde aradaki adalara da uğrayarak bir rota yapmışlar. Business bilet bulabildik, kişi başı 50 euro ödedik.


Alış veriş, gezme tozma ( artık iyice öğrendik buraları), fotograf çekme derken akşam hava kararıp acıkınca Nikos Tavernaya oturduk. Gündüzden rezervasyon yapmıştık.
Herzamanki menüden farklı olarak balık çorbası da içerek güzel bir akşam yemeği yedik. Nikos Taverna Mikonos’un içinde bir meydanın yanıbaşında ve çok kalabalık, her milletten insan burada…
Kendi rakımızı kendimiz götürüyoruz heryere…
Baybora, rakı bardağı için garsona “four glasses, for uzo” gibi bişey deyip de 4 tane uzo gelince çok güldük… Şimdi okuyunca pek gülmedim ama…
Çok keyifli bir gezi oluyor, herkes mutlu ve olur olmaz herşeye gülüyoruz demek ki…


Yemekten kalkıp tekrar dolaşmaya başlıyoruz. Mikonos’ ta son gecemiz, artık önceden kestirilip göz konulan şeyler alınacak… Bizim kızlar muhteşem… Başladılar dükkanları hızla tekrar dolaşmaya, biz ise onlar dükkanlarda alış veriş yaparken bulduğumuz yerlerde TV den basketbol maçlarını izliyoruz.

Geç vakit döndük, sabah erkenden arabalarla eski limana gelinecek, biz ise arabaları tekrar rent a car a bırakıp birşekilde Feribot limanına gideceğiz…

Çaylarımızı içip uyuduk, hanımlar birbirlerine yaptıkları alış verişleri gösteriyordu…
Gece uykudan patlama sesleri ile fırladım… Hemen havuzluğa koştum, marinanın diğer ucundan atılan şimdiye kadar izlediğim en muhteşem havai fişek gösterisini izledik…
O kadar da uzun sürdü ki…
Hele son bir tanesi koskoca kırmızı bir kalp gibi gecenin karanlığında havada şekil çizince “Vayy kim ki bu havai fişek gösterisini yapan” vb dedikoduları arasında tekrar uyuduk…
Elbette, bu havai fişek gösterisini, bizlerin eşlerimiz için yaptığımız sürprizine kimse inanmadı…

9.Gün (Feribot Yolculuğu- Santorini)


Sabah erken kalkıp, hızla birşeyler atıştırdıktan sonra Bayanlar çanta vb hazırlamaya, biz erkekler ise tekneleri iyice sağlama almaya başladık.
Teknemizi güzelce neta edip, kilitledikten sonra arabayla Feribot limanına bizimkileri bırakıp, rent a car’ ın görevlisine bizi Feribota götürmesini rica ettik.
Ve Limanda Feribotu beklemeye başladık.
Üzeri boydanboya tamamen Vodafone reklamı olan kıpkırmızı bir hızlı feribot geldi. Biz üst kata busines klasa geçtik, rahat koltuklarına oturduk. Önce Naxos, sonra Paros, sırasıyla İos limanlarında yolcu indirip bindirerek 3,5 saat sonra Santorini Kalderasına girip, Santorini yarım ayının kaldera içindeki güney batı tarafındaki limana bağlandık.

Limanda yolcuları bekleyen birçok apart otel, pansiyon, motel görevlisi ellerinde broşür ve resimlerle müşteri çekmeye çalışıyor.
Bir tanesini gözümüze kestirdik ve pazarlık sonucu kişibaşı 20 euro kahvaltı dahil ve Limana geliş gidiş ulaşım da dahil olmak üzere anlaşıp, otelin minibüsüne doluşup Otele gittik.

Apart, karı koca bir aile tarafından işletiliyor, tertemiz odaları, çarşaflar, yatak örtüleri, havlular da keza öyle… Her odada klima, banyo, sıcak su vb var… Ve en önemlisi Thira merkeze çok yakın, yürüme mesafesinde, Apartın hemen ilerisi ise Kalderaya bakıyor, manzara muhteşem… Ön taraftaki odalar Adanın doğusunda engin deniz manzaralı… Uzaktan Anafi adası rahatça görülüyor. ( Bayboralar bu odada kaldı)

Çantaları bırakır bırakmaz, hemen Thira merkeze yürüdük, Burhanlar ve Bayboralar döner ekmek, diğerlerimiz ise Odysse adlı bir restoran da oturup pizza yedik…
Gezme tozma, dükkanlar, kaldera ya bakan cafelerde dinlenme dakikaları tekrar gezme tozma, dükkanlar, alışverişlerle hızla geçen zamanı durdurmak mümkün değil…

Hava kararmadan, güneş batmadan Oia adlı adanın kuzey ucundaki yerleşim yerine gideceğiz. Otobüs durağı otelin tam önünde, Belediye otobüsü ile kişi başı 1.20 euro ödeyip akşam saat 19.00 gibi Oia ya gittik.


Güneşin batışını izlemeye, yüzlerce hatta binlerce kişi toplanmış…
Adamlar nasıl da pazarlıyorlar yaa… İmrenmemek elde değil… Özcan ve Burhan ellerinde koca profesyonel makinalar, bizlerde ise digital makinalar onlarca kare çekildi, bu ritüel yerine getirildi…

Oia çok güzel, çok özgün bir yer, ayrıca çok güzel sanatçıların içinde çalıştığı sanat evleri, galeriler vb var.


Kısaca gezdik, çok beğendiğimiz güzel bir tişort görünce Reyhan bana aldı, o sırada Özcan da yanımıza geldi, beğenince o da bir tane aldı, diğer Kaptanlara ayıp olmasın dedik, sürpriz yapıp birer tane de onlara aldık…
Oia sokaklarında diğer insanların bakışları altında soyunup hepimiz tişortlarımızı giydik…

Hava iyice karardı yine acıktık, hayat bir fasit daire galiba, ye iç gez dolaş, sonra tekrar acıkıp, ye iç tekrar gez dolaş… Ne güzel, daha tatil bitmedi… İstanbulda görüşürüz Eyüp diyorum kendime…

Bu sefer bizim kızların bulduğu ama ne buluş, tüm kadınlar böyle kararsız mı acaba…?
Belki 10 tane restoran, taverna bakıp, bizim zorumuzla karar verdikleri bir restorana girip oturduk. Onlara kalsa daha restoran arıyor olurlardı herhalde…:)

Blue Sky adlı restoran’ ın şef garsonu Türk. Onlar Jimi diyor. Gerçek adı Hasan’mış. Güzel bir yemek yedik. Yanımızda Rakı olmadığı için hep beraber yerel ev şaraplarından içtik, ben çok beğendim.
Son otobüsün 22.30 da kalktığını söylemişlerdi, Hasan ise “rahatınıza bakın gecikirseniz ben sizi bırakırım” demişti, içimiz rahattı…
Gerçi son otobüs saat 23.30 daymış…
Geç vakit, Santorini merkez Thiradaki otelimize dönüp uyuduk. (maalesef çay içemeden…)

10.Gün ( Feribotla tekrar Mikonos ve sonrası Leros’ a gece seyri…)

Sabah kalktık, dünden dönüş biletlerimizi almıştık. Otelde kahvaltımızı yapıp, hesaplarımızı ödeyip vedalaştık…
Otelin minibüsüyle tekrar Feribot Limanına gittik. Dönüşte sadece Paros’a uğrayacağız. O nedenle dönüş yolculuğumuz 2,5 saat sürecek.
Koca Feribotun bile dalgalarla başetmeye çalışırken zorlandığı bir seyirle 3 saati aşan bir sürede Mikonosa geldik.

Mikonosta beklemeyeceğiz, hemen yola çıkmayı düşünüyoruz.
Yolumuz, uzun bir gece seyri ile Leros olacak… Yaklaşık 80–85 denizmili…
Özcanla ben Mikonos merkezde fırın arayıp, yiyecek birşeyler almak için kaldık, diğerlerimiz ise tekneleri seyre hazırlamaya gitti… Hızla birşeyler atıştırıp çıkacağız…


Ara sokakların içinde kuytu bir yerde bulduğumuz fırından taze ekmek, çörek, üzümlü kek vb alıp bir sonraki otobüsle marinaya geldik.
Marina’da hala şiddetli bir rüzgar hüküm sürüyor.
Biz yokken yanımıza giren bir yelkenli tekne bizim açmazı yerinden çözmüş, teknenin kıçı tehlikeli bir şekilde pontona yaklaşıyor.
Çok sinirlendim, adamlar teknelerinde yoklar… Bu nasıl denizcilik, sanki koca marinada yer yokmuş gibi gelmişler, eyvallah… ama açmazı çözüp bırakmak da neyin nesi… Bari bizim tekneden kendi teknene al açmazı bağla…

Reyhan, dramaminini aldı, anladı başına gelecekleri. Sanırım, Gönül de almıştır…
Allahtan Yasemini deniz tutmuyor…

Ben, demir alırken, korktuğum başıma geliyor. Koca tonoz demirine takılıyoruz. Rüzgârda içeride bizi fırıl fırıl çeviriyor. Yasemin’ in yardımıyla, sonuç olarak epeyce uğraşıp, tonoz zincirinin altından halat geçirip, teknenin pruva koçboynuzuna bağlayıp, kendi çapamızı biraz salıp kurtarıyoruz.
Uff.. Kolay atlattık…

Marinadan çıkınca ise rüzgâra dönüp 2.camadanlı yelken açmak isterken, ana yelken mandarı üst gurcatanın ucundaki bir yere takılınca yelken ne açılıyor ne kapanıyor. Kim yaptı bu tekneyi, mühendisi kim, mimarı kim, hiç oraya öyle bir oyukluk yapılır mı? vb şeklinde sayıyorum bildiğim küfürleri…

Uğraş uğraş… sonunda o şiddetli rüzgarda -ki zaman zaman 30 knot’ un üzerinde sağanaklar altında- anayelkeni mandarın yarısı gurcataya sarılmış vaziyette indirip, yelkeni lazyjackta topladım.

Körfezden çıkarken giderek büyüyen dalgalar aarsında zorlu bir seyire başladık. Körfezdeki sığlıkları geçer geçmez önce ufak açtığımız sonra giderek büyüttüğümüz cenovayla hızımız da oldukça arttı.
Bu gece seyri boyunca Bayborayla ikimiz ayakta kaldık sayılır. Çok az uyuduk…
Can yelekleri sırtımızda life bandlarla kendimizi tekneye bağladığımız zor bir seyri Rossinante ile yanyana, yıldızlardan kerteriz alarak (chartplotter gece görüş modunda olmasına rağmen ışığı gözümüzü çok alıyordu, ben de çare olarak büyücek bir plaj havlusunu üzerine kapamıştım) arada sırada telsizden konuşarak, silyon fenerlerimizi görerek ve bunun verdiği moralle sabah saat 07.00 gibi Leros Lakki Limanında tamamladık.

Reyhanla, Yasemin gündüz seyre çıkmadan sandviçleri hazırlayıp yatmışlardı…
Aslına bakarsanız gece boyu o şartlarda acıkmadık da… Sabaha karşı havanın nispeten düştüğü, dalgaların ufaldığı bir ara birer sandviç yedik…

Gece açık denizde büyük şilep ve yolcu gemilerinin ışığı, uzaktan çakan Patnos’ un fenerleri gibi detaylar sohbetlerde anlatılır artık…

Bu fırtınamsı havada yapılan gece seyrinden sonra Ekibe, teknemize olan güvenim arttı… Dümen tutarken, ileride yapmayı düşündüğüm uzun seyirleri düşündüm. Bu seyrin iyi bir deneme olduğuna kanaat getirdim…

Diğer arkadaşlar ne der bilemiyorum ama bu gece seyri beni çok olumlu etkiledi…

Leros Lakki koyuna girdiğimizde deniz dümdüz ve masmaviydi, sanki asfalt üzerinde araba sürüyor gibi rahatlamıştık…
Körfezin sonunda iskelede kalan Kalan Lakki Marinaya 2 sene önce de bağlanmıştım, biliyordum. Oraya doğru dümen kırdık ama hiç yer yoktu. Leros önünde bazı tekneler alargada demir atmış gecelemişler…
Sancak tarafta ise koca bir bez pankarta Leros Marina Çağrı 06 Kanal yazıyordu. Uzaktan tekne direkleri görülüyordu. Daha önce geldiğimde böyle bir marina yapılmamıştı.
Neyse, oraya doğru gittik ve yavaşça marinaya girdik, defalarca yaptığımız telsiz çağrısına ise kimseler cevap vermedi…
Boş bir yere sabah erken kalkan bir denizci tarafından verilen tonozu alarak kıçtankara olduk…
Rossinante ise arkamızdan geldi, girdiği yerdeki tonoz halatı boş çıkınca, rüzgar altında biraz çapariz yaşamasına rağmen başka uygun bir yere girip bağlandı…

Sağsalim gelmiştik… Kızlar marinaya girerken uyanmış, bağlanmaya yardım etmişlerdi…
Çok yorgun ama mutluyduk…

Hemen birer bardak çay içtik…

11.Gün ( Leros )


Uyursam, günün benim için kötü geçeceğini biliyorum. Çok yorgunum uykum var ama uyuyamıyorum da…
El yüzyıkama, tuvalet, duş vs derken henüz bitmemiş, inşaatı devam eden marinayı gezdim.
Hummalı bir çalışma var…
Günlüğü 25 Euro, elektrik ve su için ise ayrıca 5 euro alıyorlar. Bir görevli gelip saati açıyor.
Marinaya paramızı ödedik, elektrik ve su bağladık…

Şehre biraz uzak sayılır, yürüme mesafesi olarak 30 dk yürüyüş gerekecek.
Tesadüfen marinaya gelen Maria adında bir bayanın sürdüğü taksi ile Leros’ a 4 euro ödeyerek gidip, Maria’ nın tavsiye edip götürdüğü Rent a Car ofisinden günlüğü 30 euro ya 2 araba kiralayıp marinaya döndük.

Özcan, belini incitmiş, bir myorelaksan ilaç verdik yattı.
Bizler ise arabalara binip, elimizde harita önce adanın güneyindeki Xerocampos’a gidip denize girdik, daha sonra ise Pandeli Koy’ a gidip denize girdik.
Akşam için Pandeli Zorba’s Restoran da rezervasyon yaptırdık. Burayı 2 sene önceki Omerta gezimizden tanıyoruz.

Yüzme, dinlenme faslından sonra arabalarla adanın doğu yakasındaki diğer yerleşim yerine de gidip, görüp gezdikten sonra hava kararmadan marinaya teknelerimize döndük.
Akşam için, cici kıyafetlerimizi giyip hazırlandık ve Özcan’ı da alarak tekrar Pandeli Koyuna gittik. Masamızı deniz kenarına hazırlamışlar, hafif serince ama çok güzel bir ortamda yanımızda kumsalda deniz hafif dalgalarla kıyıya vuruyor, arkamızda tepede eski Leros kalesi güzelce ışıklandırılmış, yantarafında ise Yeldeğirmenleri onlar da çok hoş ışıklandırılmış…

Güzel sohbetler, gecenin değerlendirilmesi, teknelerdeki yaşananlar vb konuşulup yenildi içildi, gecenin sürprizi son yemek olarak kocaman bir ıstakoz ve nefis sebze ve baharatla yapılmış makarnaydı…


Eller kollar sıvanarak bu ıstakoz da güzelce yenildi… Sanırım 350 euro bir hesap ödedik…

Geç vakit kalkıp, teknelerimize gittik…
Çay içip yattık…
O kadar deliksiz uyumuşum ki…

12.Gün (Bodrum-Gümüşlük)

Sabah kalkıp marinanın henüz tamamlanmamış olanakları içindeki banyo, tuvalet, duş vb ihtiyaçları giderip, kahvaltımızı yaptıktan sonra arabaları teslim edip, teknenin depolarını doldurup, güzelce de yıkadıktan sonra sabah 10.30 gibi Leros’ tan ayrıldık.

Leros koydan çıkıp, Kalimnos ile arasındaki dar kanaldan doğuya doğru yönelip, Bodrum/ Gümüşlüğe doğru rota tuttuk.

Yolda Rossinante ile bir yelken yarışı yapıp, boyumuzun ölçüsünü alınca zaten bizim tekne ufak, yelken alanı küçük, direkler kısa, saha çamur, yerim dar, yenim dar gibi çok geçerli mazaretlerimizi bildirip, motoru çalıştırıp sahayı terkettik.
Hele bize tur bindirmelerinin acısını ise ileride mutlaka çıkartmalı…
Hem bizim tekne sağır kalmış kardeşim, sayılmaz ki…
Dümende Semra Kaptan, trim ustası Özcan ve Piyano da Burhan, cenova iskotada Irmak gibi bir ekiple başa çıkmamız imkânsızdı zaten…
Ama Burhan’ ın yüzündeki mağrur gülümseme ifadesini görmeniz gerekirdi… :)

Gümüşlük önlerindeki Çavuş adasında vermek istediğimiz yüzme molasını yeri beğenmediğimiz için vermeden Gümüşlüğe girdik. Belediye’ nin iskelesindeki son 2 yere Guletlerin arasında sığıştık… :)

Bugün akşam Hatice gelecek… Hatice, Burhanettinlerin kızı ve bu sene işe başladı… İzin vb kullanamadığı için anca arife günü bize katılabiliyor.

Hemen yan taraftaki plaja gidip güzelce yüzdük…
Bu akşam Özcan’ ın yaşgünü…
Mikonostan bir doğumgünü hediyemizi almıştık zaten, Semra ise İspanya gezisinden alıp getirdiği bir Şampanya’ yı çantasında bu akşam için saklıyor…
Kıyıdaki yanyana restoranların birinde deniz kenarı bir masayı rezerve edip, 3 adet Lagos’ u uzun pazarlıklarla kilosu 60 TL ye satın aldık.

Akşam güzelce giyinip, Restoranda masamıza yerleştik.
Ohh be nihayet adam gibi bir yeşil salata yiyeceğim, ince kıyım roka, az domates, yeşil soğan, maydanoz vb… güzel bir sızma zeytinyağı, limon… İstenirse azcık nar ekşisi de ilave edilebilir…

Fazla meze istemiyoruz, balıklar nar gibi kızarıp geldi… Salata balık ve buz gibi Yeni Rakı…
Turgutreis’ ten ısmarladığımız pasta eşliğinde mumlar, maytaplar vs en sonunda yaşgünü kutlamasını, hediyemizi verip, şampanyamızı patlatıp içerek, Özcan’ ı öperek tamamladık. Sanırım oldukça duygulandı, sürpriz olmuş…


(Burhan, Ali Rıza, Özcan derken herkesin yaşgünü kutlanıyor, ben anlamam kardeşim bundan sonra Haziran başında çıkılacak geziye… :))

Hatice oldukça geç vakit gelebildi… Anne, babası başta olmak üzere hepimiz çok özlemişiz…

Restorandan meyva ve kahvelerimizi içip çıktık…
Gümüşlüğün hediyelik eşya satan dükkânlarını gezip, dolaşıp teknelerimize dönüp yattık.
Yatmadan önce Semra’ nın çayını içtik elbette…

13. Gün ( Kos ve Symiye gece seyri)

Sabah kalkıp Reyhan’ ın sahildeki bir dükkândan aldığı yaşlı bir hanım’ ın kendi eliyle yaptığı sıcak, çörek, börek ve simitleri yiyerek kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltı öncesi herkes bayramlaştı…
Ekibin tek öğrencisi ve en küçüğü Irmağa bayram harçlıkları verildi…
Hatice ise 3–4 ay önce okulu bitirip işe başladığı için bayram harçlığı hakkını maalesef yitirmişti… :)

Belediye görevlisi iskelede olmasına rağmen, herhangi bir ücret talep etmedi. Hâlbuki iskelede bir tabelada ücretin 60 tl olduğu koskocaman yazıyordu. Neyse yırttık dedik ve hiç sesimizi çıkarmadan ayrıldık.
Zincirimizi serdiğimiz hattın üstüne gece bir tekne gelmiş ve alargada önümüzü kapamış… Seslendik, bağırdık uyandırdık… İngilizce derdimizi anlatımaya çalışırken, adam bize “ türkçe konuşun” demez mi? Neyse bizde aynı kibarlıkla türkçe olarak önümüzden çekil dedik…

Demiri de toplayıp, Kos’a doğru dümen tuttuk…
Kos limana girip, iskelede diğer teknelerin arasında boş bir yere demir atıp kıçtankara olduk. Bu sırada ginger ile limanda dolaşan biri gelip, türkçe olarak burası pahalı eğer fazla kalmayacaksanız karşı tarafa, şehrin kordonuna gezi, günübirlik teknelerin bağlandığı yere saat 16.00 da çıkmak kaydıyla ücretsiz bağlanabilirsiniz dedi. Murat adındaki bu kişiye, orda Murati diyorlar. Acentaymış. Kos’a gidenler tanıyordur sanırım.

Yarım saat içinde demiri toplayıp, karşıya geçtik, Rossinante de yanıbaşımızda kıçtankara…
Biz, erkekler çıkış işlemlerini yaptıracağız, kızlar ise Kos’ u gezecekler…
Uzun ve yorucu bir uğraşıdan sonra hiç para vs ödemeden çıkış işlemlerimizi, Reyhan’ ın çıkışı da dâhil yaptık.


Kızlar da o kısıtlı sürede gezebilecekleri kadar gezmişler. Teknelerin bağlı bulunduğu yerin önündeki caddenin hemen kıyısındaki bir restoranda pizza ve sandviç yiyip, bira içerek karnımızı doyurup saat 15.30 da Kos Limandan ayrıldık.

Hava son derece sıcak ve rüzgârdan eser yok…
Rossinante, önümüzde Knidosa doğru rota tutmuş…
Biz ise Kos ile Knidos’ un ortasında bir yerlerde Knidos’a 10 denizmili kadar açıkta açık denizde tekneyi durdurup güzel bir yüzme molası verdik…


Özellikle kızlar önce biraz çekingen ve korkulu davransalarda sonra denizden çıkmak istemediler…
Masmavi, derin su insanın içini ürpertiyor ama çok da davetkâr…

Knidos, Palamutbükü derken denizin ortasında güneşi batırıp, kızıllığıyla bir süre gidip, sonrası yıldızlı gecede yola devam ettik.
Symi darboğazı gecenin karanlığında yavaşça geçip, biraz ilerde sancağımızda Symi gecenin karanlığında ışıl ışıl görünmeye başladı. Rossinante saat kulesinin dibinde anca kendine bir yer bulmuş, kıçtankara olmuş…
Bütün koyu yavaşça ağır yolla dolaştık, girilebilecek bir yer aradık ama bulamadık. Sonunda bizde saat kulesinin yanındaki alargada kalan diğer teknelerin yanına 15m derinliğe tüm zincirimizi dikkatlice başka teknelerin üzerine düşmemeye dikkat ederek serip, alargada kaldık.
Botla karaya çıkınca Symideki tüm teknelerin istisnasız türk teknesi olduğunu gördük. Heryer türkle kaynıyordu…
İşin ilginci Manos ve diğer tavernalarda Türkçe şarkılar, eller havaya, göbek havaları vb müziklerle korkunç bir gürültü kirliliği içinde… Herkes sarhoş…:)
Eh be kardeşim, madem türkçe müziklerle eğlenecek gürültü yapacaksın niye buralara kadar zahmet edip gelirsin ki…
İyi ki alargada kalmışız dedik… Gerçi teknede bile sabahın erken saatlerine kadar uyuyamadık…


14. Gün ( Marmarise dönüş… Son )



Sabah erkenden avara olduk… Kahvaltımızı Korsan Koyunda yapmayı planladık…
Kızlar uyuyor… Alaburunu bordaladık, deniz çarşaf gibi…
Ben bu kadar deniz kültüründen nasibini almamış, bu kadar hoyrat motoryat kullanan görmemiştim. Arkamızdan gelip oldukça yakınımızdan geçmeyi bırakın, Çataladalar, Kızılada gibi dar geçitlerde bile fütürsuzca hız kesmeden geçip, yarattıkları dalganın yol açabileceği zararı düşünmüyorlardı…
Uzaktan bağırdığım biri ise malum el işareti yaptı ve gitti… :(

Korsan Koyuna girdik, zincir döşeyip, kıyıya neredeyse 2-3 m yaklaşıp koltuk halatı ile kayalara bağlandık. Önce yüzdük, sonra kahvaltımızı yaptık, sonra tekrar yüzdük…
Rossinante de yanımıza geldi…

Birkaç saat sonra Marmarise son yolculuğa çıktık…
Marmaris körfezine girince sancakta kalan Bedir adası ile Yıldız arasına da demir atıp, kısa bir yüzme molası verdikten sonra Netsel Marinaya uzun bir mazot kuyruğu bekleyip mazotumuzu aldıktan sonra bağlandık.
Güzelce yıkanıp, aklanıp paklandıktan sonra Netsel Marina içindeki La Fortuna da güzel bir et yemeği yiyip gala gecemizi yaptık.



Reyhan gece yarısı uçakla, ben, Özcanlarla İstanbula doğru sabah erkenden yola düştük…

Tadı damağımızda kalan açıkçası 15 gün olmasına rağmen doyamadığım bir geziyi tamamladık…
Nice güzel seyirlerde tekrar birlikte olmak dileğimle…

Sevgiler
Eyüp

1 yorum:

dogan563 dedi ki...

abi gezi yorumlarinizi okudum.sanki ben kendim o geziyi yapmis gibi..evet yunan adalarinin cekici bir cazibesi var..ben yunanistan in bati kismindaki adalara gittim size orayi tavsiye edebilirim ozellikle parga ve corfu mukemmel bir yer