Merhabalar,
2014 Yılı Geleneksel Omerta Bahar gezimizi 17-24 Mayıs Haftası'nda yapacağız.
Bu seyre 49 denizci dostumuz 11 tekne ile katılacak.
Marmaris-Symi-Knidos-Hisarönü Körfezi-Söğüt ve Marmaris dönüşlü bir rota planladık.
Sevgiler
Eyüp
Rossinante
12 Nisan 2014
Uzun bir aradan sonra.. (Nisan 2014)
Sevgili Arkadaşlar,
Oldukça uzun bir aradan sonra tekrar birlikteyiz.
En son 2012 yılında yaptığımız bir geziyi anlatmışız. O seyirden sonra birçok gezi daha yaptık Rossinanteyle..
Kah Reyhanla ikimiz, kah yeni dostlarla kah eski dostlarla...Yeni yerler gördük, yeni dostlar edindik... Yeni koylarda demir attık..
Fırsat buldukça bu seyirlerden anılarımızı aktarmaya çalışacağım..
Sevgiler
Eyüp
30 Temmuz 2012
Gezgin Korsanlar' la birlikte seyir (26 Mayıs-01 Haziran)
Merhaba,
Kış' ın son günlerinde -gerçi bu sene İstanbul'a yaz çok geç geldi ama- Mehmet ve Nalan Erem' le yaptığımız sohbetlerimizde Bahar da güneyde birlikte seyir yapalım diyorduk.
Rossinante Marmaris de olduğundan Mehmet ve Nalan bizim misafirimiz olacaktı.
Mehmet Erem Gezgin Korsan grubunun çok sevilen bir üyesi, aynı zamanda meslekdaşım, Omerta Grubumuz' la organize ettiğimiz Denizcilik, Yelken konulu ileri eğitimlerimize çok ciddi katkıları olan iyi bir denizci ve çok sevdiğimiz bir aile dostumuz...
Nalan, Mehmet' in sevgili eşi diye tanıtmamın çok ciddi haksızlık olacağı, Ömer Deniz ve Çağla adlı dünya tatlısı 2 çocuğuyla birlikte Reyhan ve benim için çok ayrı, özel bir yeri olan çok sevdiğimiz arkadaşımız.
Yakın çevremizden çok sevdiğimiz Taner ve eşi Talia, Ömer ve eşi Firuzan ve Erol' da bu geziye Taner' in yeni aldığı Ece Marina da konaklayan tekneleriyle eşlik edecekler.( http://26talya.blogspot.com ) Ömer ve Firuzan' ı ileride ayrı bir başlıkda tanıtmak istiyorum.
25 Mayıs Cuma iş çıkışı arabayla Marmaris' e gittik. Sabah 7 gibi Gökova pazarına uğrayıp, taze yeşil sebze, meyva ve bazı ihtiyaçları alıp, Marmarise Albatros marinaya vardık. Mehmet' le Nalan çocukları İstanbul da bırakıp, Nalan' ın kızkardeşi Nihalle birlikte uçakla gelecekler.
Marina da ileride tekne suyunu korumak amacıyla tüm sebze , meyva ve diğer yeşillikleri güzelce yıkadık, teknenin diğer alışverişini tamamladık, temiz çarşaf ve yatakları hazırlattık. İçki ve diğer meşrubatı alıp buzdolabına yerleştirdik. Üzerine de takviye olsun diye bir torba buz alınca herşey hazırdı.
Misafirler gelir gelmez yola çıkabilirdik.
Bu seyirde çok rahatım, güzelce dinlenmeyi planlıyorum. Teknenin her türlü sorumluluğu Mehmet' de olacak.
Mehmet dümende, ben tonozları suya bıraktım, Reyhan ve Nalan palamarları çözdüler, Marmaris Körfezine doğru süzüldük...
Bu akşam Tanerler le Ekincik de buluşacağız. Onların da misafirleri var. Ömer, Firuzan ve Erol Ağabey...
Aksaz açıklarına geldiğimizde Mehmet yaklaşık 2 kilo kadar bir Palamut yakaladı.
Ekinciğe geldiğimizde Ateş Erim' in Kedi teknesi My Marina' ın biraz ilerisinde kıyıya koltuk almış demirde yatıyordu. Hemen yanlarına gittik ve aborda olduk. Fakat o kadar solugan vardı ki...
Bir süre sonra diğer gelecek tekneleri de düşünüp, koy içlerine mümkün olduğunca sokulup aralıklı olarak demir de alarga da kalmayı planladık.
Biraz yüzdük, diğer arkadaşlarımız gelince özlem giderdik, keyifli sohbetler ettik...
Akşam için benim yıllardır tanıdığım ve her gelişimde uğradığım Tahir' in Ekincik Pansiyon'un un bahçesinde hazırladığı yemek için giyindik ve botlarımızla sahile çıkıp, köye yürüdük.
Çok güzel, keyifli, bol gülmeceli bir akşam oldu... Geç saatlere kadar oturduk, sonunda tekrar yürüyerek sahile gelip, teknelerimize bindik ve hemen uyuduk...
(devamı var)
24 Temmuz 2012
Tevfik Fikret Uçar Kaptan'ın seyir defterinden...(Omerta 2012)
Omerta'yla Neşe doluyor insan…
23 Nisan tatilini biraz uzatma hedefimize doğru adım adım ilerliyoruz. Son dakikaya kadar eğer bir terslik çıkar da gidemezsem diye huzursuzum. Son dakikada Nadir’in iş yoğunluğundan ötürü gelemeyeceğini öğreniyorum, üzülüyoruz. Eminim aklı kalacak bizde. Çantaları hazırlayarak akşamdan kapıya koyunca, bir de uyku tulumu, defterimi ve suluboyamı da hazırlıyınca, anladım ki gidiyorum. Umut Hastanesi kafeteryasında çayımızı ve kahvemizi yudumlayarak yola çıkışımız için toparlanmayı bekliyoruz. Celal’in doktor dostlarıyla sohbet ediyor, önümüzdeki bir hafta boyunca bizimle birlikte olacak yol arkadaşlarımızla tanışıyor kaynaşıyoruz. Öğleden sonranın ilerleyen saatlerinde Nezihi, Celal, Sermet ve ben gelin gibi bir BMW ile yola koyuluyoruz. Afyon'da kısa bir sucuk ekmek molası sonrası merdiven altı bir sucuk ve köy ekmeği alışverişinin ardından tekrar yollardayız. Bir ara Celalim alıyor direksiyonu eski rallici olduğunu hemen anlıyoruz, 180 km. hızla giderken soruyor Nezihi’ye, “Bu araba kadranın sonunun gördü mü hiç?..” Celalim istiyorsan bugün görmesin, falan diyerek aracımızın hızını biraz daha makul seviyelere getiriyoruz.
Marmaris'e vardığımızda hava kararmıştı. Hemen yeni yuvamıza zıplıyoruz. Teknemiz Beneteau; 12.15 x 3.92 m boyutlarındaki, Zezo'da, 3 Kamara, 2 WC, var. Konforlu bir tekneye benziyor, Başaltı kamarada taharet musluğu bile var… Hepimiz yola çıkmayı bekliyoruz, sabırsızız, herkes çok heyecanlı. Başar bize yetişemedi otobüsle gelecek, sabah onu da alıp yola koyulacağız. Gece hep birlikte dışarı çıkıyoruz. Marina ve sahilde bir tur atıyoruz, ekip gittikçe kalabalıklaşıyor, yeni dostlar ediniyorum. Görünüşe gore Marmaris gecelerine cemre düşmüş. Akşam yemek için biraz geç doğrusu ama tavsiye üzerine Neighbors isimli bir yere gidiyoruz. Etraftaki herkesin masasında rakılar dibi görmüş durumda, puslu bakışlarla bizi izliyorlar. Neighbors personeli mükemmel mezeleriyle bizi mutlu ediyor, Ahtapot, kalamar, otlar, salata falan masa uçuyor, sanırım herkes deniz kıyısında olduğumuzu iliklerine kadar hissetmeye başladı. Bir tek Burhanettin kaptan pek ortada yok… Marmaris’ geldi ama bizimle değil. Erenlerin sağı solu belli olmaz diyoruz. Rakıyla kutsuyoruz güzel geceyi ve keyifli birlikteliğimizi. Marmaris'e inerken Mutlu’nun arabasıyla gidiyoruz, beş kişi bindik diye mi nedir bilmem, arka amortisörden bir ses geliyor. Tuhaf, dönerken ses falan yok!.. Erdal patlatıyor cevabı “Patlak amortisör yoktur az rakı vardır!..” Bu kalıp çok tutuyor yer yer farklı versiyonları hafta boyu kullanılıyor. Dönüşte teknemiz Zezo’ya biraz daha ısınıp alışverişlerimizi yerleştiriyor ve yatmaya hazırlanıyoruz. Herkes odasını seçti bile, benimki zaten belli, pek kimsenin de benim yatakta gözü yok doğrusu, herkes içeride yatıyor. Gece hayli serin, sanırım nem biraz etkin. Marinada gece kucağına alıyor bizi, biraz kaprisli, gizliyor yıldızlarını bulutların arkasına. Olsun diyorum, yap bütün kaprisini, yola çıktıktan sonra bize güzel havalarını sun, yeter. Albatros Marina dolu, bütün tekneler burada, sezon daha yeni başlıyor. Uyku tulumumu üstüme alıp, havuzluktaki yerimi alıyorum, gecenin mavi-siyah karanlığına bırakıyorum yorgun bedenimi ve çalışma hayatının çaparizleriyle dolu zihnimi. Her teknenin ayrı bir tıkırtısı, direklerin farklı uğultusu var, rüzgar sağlam esiyor, Okay Temiz konserinin ortasında uyumaya çalışmak gibi, rüzgarın da etkisiyle serinlik artıyor. İçeride herkes battaniyelere sarılmış durumda. Soğuk bir gece, ancak ödülü büyük, yıldızları ve gökkubbeyi yorgan yapıp uyumak, bu özgürlük duygusunu hissetmek, kuş sesiyle güneşin ilk ışıklarıyla uyanmak değiyor bütün zorluklarına. Sabah 6:30 gibi uyandım, bizim mürettebat uykunun ılık kucağında, bakıyorum eğitim teknesi uyanmış. Hava boz bulanık, aydınlık tamam da daha güneşi gören yok… Hava durumu parçalı bulutlu diyordu, bulutları anladık ama parça nerede?... Saat 14:00 gibi marinadan ayrılıyoruz. Havanın pek tadı yok çıkışta rüzgar fena basıyor, marinadan ayrılırken zorlanıyoruz. Görünüşe göre herkes özellikle de kaptanlar açık vermemeğe bir sonraki günlere mavra malzemesi olmamaya çalışıyorlar. Marmaris körfezini geçip biraz daha açık deniz ortamına girince dalgalar daha da dikleşiyor ve hava serinleşiyor. Üzerlerimizi biraz daha sağlamlayarak 71. Telsiz kanalından konuşmaları takip ediyoruz. Bir tek Burhanettin kaptan’ın teknesinden cevap alınamıyor. Komodor’umuz Eyüp Kaptan ekip ve ortam şartlarını gözden geçiriyor ve kararını bildiriyor… “Albatros Marinaya geri dönüyoruz”.
Bu arada başımızdan ilginç ve ders alınması gereken bir de olay geçiyor. İlerki günlerin mavra konusu olacak bu olay, o kükremiş denizde usturmaçamızı düşürmemiz… Dalgalarla boğuşurken daha hiç bir şeye el sürmemişken usturmaçayı düşürdüğümüzü farkediyoruz gözle takip ediyor, panik yapmadan kakıçla almaya çalışıyoruz. Öyle deniyoruz olmuyor, böyle deniyoruz olmuyor, Celal Kaptanımın keyfi kaçıyor, deniz çok çalkantılı, "yahu dert etmeyin olan usturmaçaya olsun bize birşey olmasın" diyorum. Bir ara Başar “ben atlayıp alayım siz de beni alırsınız” diyor. Bir an düşünüyorum bu havada usturmaçaya yaklaşarak almak bu kadar zor oldu, bir de soğuk mu soğuk suda, usturmaçaya sarılmış titreyen birini alamaya çalışmak ne kadar akıllıca olur?... Neyse sorun kendiliğinden çözümleniyor. Moby Dick’deki dalgalarla boğuşan kaptan Ahab gibi dümen tutmaya çalışan Celal Kaptanım dümende usturmaça peşinde koşarken birden gözden kayboluyor rahmetli usturmaça… Birazdan suyun üzerinde gazı kaçmış balon gibi umarsızca süzülürken buluyoruz kendilerini. Bütün gezi boyunca bunun mavrası sürüyor “aman denize ber şey düşürmeyin biz alamazsak öldürüp bırakıyoruz ona gore…” diyoruz . Celal Kaptanım garibim usturmaçaya mı üzülsün yoksa Burhan kaptanımın rakı sofrasında meze olacağına bilemezken, Albatros marinaya varıyoruz. Düşünüyorum da ilk tekneye bindiğimizde goz atmış, hepsinin güzel bir kazık bağıyla bağlı olduğunu gözlemlemiştim. Ama bundan da bir ders almak gerek. Demek ki tekneyi teslim alma aşamasında bütün usturmaça bağlarını da kontrol etmek gerekiyor, eksilirse bize yazdığından kiralayanların bu iş hiç umurlarında değildir diye düşünüyorum. Olsun önce can sağlığı diyoruz sağlimen varabildiğimiz için küçük bir de kutlama yapıyoruz. Rahmetli usturmaçayı da anıyor anısına kadeh kaldırıyoruz.
Akşam Kırçiçeği Restaurant’da güzel bir çorba ve yemek yedikten sonar Zezo’ya ulaşıyoruz. Bu akşam öncekinden de soğuk. Gece 4:30 da çiğ düşüyor, hem de okkalı tarafından, üzerimde tentenin açık olduğuna seviniyorum. Kenarlarından süzülen damlaların sesi geliyor sessiz sabahın ilk saatlerinde. Herkes yavaş yavaş uyanıyor. Teknenin içine giriyorum, Erdal uyanmış kısık gözleriyle bakıyor ve patlatıyor ”Bi dahaki sefere harçlığımı biriktirip, sezonda geleceğim, kıçım dondu…” Geceden alınan karar sabah 6:30 da kalkış 7:00’da hareket. Aynen uyuyoruz… Bazı arkadaşlarımız bu uyum konusunu uyumakla bütünleştiriyor gibi. Başüstü kamarada kaptanımı uyandırıyorum o arada orta alanda yatan Mutlu ile battaniyenin arasından göz göze geliyoruz… “Allahım bu gerçek olmamalı”, der gibi bir bakış atıyor ve hiç istifini bozmadan gözlerini kapatıyor. Eminim, ses etme belki gider, du bi bakalım belki de rüya, bu kadar çabuk sabah olamaz diye iç geçiriyordur. Ama ne yazık ki sevgili Mutlu soğuk gerçekle yüzyüze kalıyor, evet sabah olmuştur artık…
Hava pırıl pırıl, deniz çarşaf gibi iskele tarafımızdaki Rossinante’nin ardından Marina’dan 7:02’de ayrılıyoruz, mükemmel bir zamanlama. Pırıl pırıl bir denizde keyifle yol alıyoruz. Yolda, yalnız bir yunus selamlıyor bizi, Zezoyla oynuyor bir altından bir üstünden geçiyor. Daha da keyifleniyoruz. Yunusun ardından iskele tarafında bir de yüzen varil görüyor ve arkamızdaki Rosinante’ye telsizle haber veriyoruz. Akşam Söğüt’te Muhammedin yerine gidiyoruz. Burası sevimli bir koy, yeşil ve görece bakir bir yer. Sanırım millet uyanmış, her tarafta villa tipi yapılaşma var. Tamamının 2B arazisi olduğunu öğreniyoruz. 2B yasalaşma süreciyle birlikte buraların daha da kalabalıklaşacağını ve deforme olacağını düşünüyor üzülüyoruz.
Muhammedin yerine varınca kendimi atıyorum serin sulara biraz yüzer gibi yapıyorum, ardından Mutlu da suda Zezonun altına bakıyor, bir anda Celal Kaptanıma o tadını kaçıran haberi veriyor, "Pervaneye halat dolanmış..." bakıyoruz palet olmadan dalınarak alınacak gibi değil. Ben de maskeyi alıp biraz inceliyorum. Görünüşe göre o kadar kötü de değil durum. Uskur'un hemen yanındaki kesici bölüm oldukca yorup parçalamış gibi. Tekneden uzatılan kakıçla, önce sarılma yönünü bulup ters yönde çevirerek çıkarıyorum halatı... Elimle kaldırıp Celal Kaptanıma gösterdiğimde derin bir oh çekiyor, yüzü gülüveriyor. Bir ders daha alıyoruz denizden...
Bu akşam bir diğer önemli olay ise "El Turco Classico” Fenerbahçe-Galatasaray maçı, Maç heyecanı herkesi sarmış durumda biz Zezo olarak ağız tadıyla stresssiz bir şekilde maçtan sonra yemek yiyeceğiz diyoruz. Kararımız tavsiye üzerine sadece Ahtapot yemek… Çok doğru kararmış, hayatımda yediğim en güzel ahtapotu yiyorum. Tek kelimeyle mükemmel, insan parmaklarını yiyor. Bu arada maç olayına gelince görüyorum ki çoğunluk Galatasaray’lı ne yapalım kimse mükemmel değildir diyorum… Komodor ben ve bir kaç Omerta dostu, sarı ve lacivert renkleri görünce yüreği çarpıyor anlaşılan. Bunu da şöyle anlıyorum, maçın başında Fenerin golünden sonra 'eyooo!' diyen bir iki kişi var. Fenerliler vakur bir şekilde kendinden emin maçı izliyor, sonra durum 1-1 olunca Muhammedin yerinde büyük gürültü kopuyor... Tüm Galatasaraylıların keyfini kaçıran faturalardaki Rakı tutarlarının artmasına sebep veren olay için son sözü 79. dakikada Miroslav Stoch söylüyor. Maç 2-1 bitiyor Fener galip, Komodor çok keyifli, Celal Kaptanımın tadı yok, o içten gülüşün muzip bakışların yerini biraz gerilim ve hüzün almış, “Böyle şey olmaz 90 dakika Galatasaray oynadı Fener maçı aldı diyor. “Böyle durumlarda Federasyona başvurulup dilekçe verilirse skor değişikliği olabiliyor” falan diye avutmaya çalışıyorum. Zavallı rakının ve damak çatlatan ahtapotun tadını alamayacak diye endişe ediyorum. Yemek sonrası dikdörtgen bir masa düzeni yaparak çay sohetinde birlikte oluyoruz. Herkes kendini tanıtıyor. Görülüyor ki bütün Omerta camiası sevimli zeki, espirili, işlerinin uzmanı iyi insanlardan oluşuyor. Bu kadar güzel insanı 'ilanla seçsen bulamazsın' diye düşünüyorum. Kendi adıma çok seviniyorum. Bir anda ‘Deniz’in büyüsüne kapılmış pek çok dostum oldu, ne mutlu bana…
Bu gece ilk iki geceye kıyasla görece daha az soğuk, daha bakir bir ortamda projektör ışıkları olmadan horoz ötüşleri ve köpek havlamalarıyla uyanmak çok güzel. 23 Nisan sabahı “Rahat Kıçına Batanlar Grubu” olarak (bakınız http://www.baglasandurmaz.com/) Rosinante’den Bekir, Hasan, Zezo’dan Başar ve ben vuruyoruz kendimizi yollara… 7-8 kilometrelik ilk yarısı bolca tırmanışlı yürüyüşümüz Sabah 7:00’de başlıyor. Denizin üstündeki puslu tabaka pırıl pırıl, sonsuz renk tonları, sarı katır tırnakları bizi mutlu ediyor. Yolda bir pazara rastlıyoruz giysiden peynire, sebzeden kızılcık bastona her şeyi bulabileceğiniz tipik bir köy pazarı. Yol boyunca kırmızı bando üniformalarıyla yolda törene gitmek için bekleşen öğrencileri görünce mutlu oluyorum. Yüreğim pırpır atıyor, Cumhuriyet sevgisi ve çoşkusunu hisseden bir nesil yetişmesi adına arzum ve beklentim alevleniyor. Olumlu ve güzel şeyler düşünmeye çalışıyorum. İskeleye vardığımızda kızgın vücutlarımızı serin sularla bütünleştiriyoruz. Çıkışımız öğlen gibi planlanmıştı. Dingin bir şekilde huzurla kahvaltımızı yapıyoruz, tam bir ekabir teknesi görüntüsündeyiz. Bütün Zezo mürettebatının keyfi yerinde. Genelde herkes mutlu görünüyor. Zezo’da keyif de var çalışma da, mükemmel bir uyum içindeyiz. Birlikte bolca yelken yapıp, adrenalini de, deneyimi de paylaşıyoruz, dingin seyirlerde sohbeti ve eğlenceyi de. Hepimizin birbirimizden alacağı ne çok şey varmış, damarlarımıza kadar birlikte olmanın ve kardeşce paylaşmanın tadına varıyoruz. Limandan çıkışta ilginç bir olay daha yaşıyoruz, dümendeyken vinç kolu dümene takılıyor ve tüm güçümle itmeme rağmen dümen iskele yönüne gitmiyor. Vinç kolu dümene takılmış. Bir de hala ne işe yaradığını tam olarak anlayamamakla birlikte ‘Boşta ileri’ kavramını çözmeye çalışırken, tekneye yol vermek yerine boşta ileri yaptığımı Mutlu sayesinde fark ediyorum, sonra, gaz kolundaki küçük zımbırtıyı dışarı çıkararak motora güç veriyor yola koyuluyorum. Her an birşeyler öğrenmenin tadına varıyorum. Her terslik ve sorunla yüzyüze olduğumda Mevlana’ya bir selam daha yolluyorum. “Hayat karşına bir diken çıkarırsa sevin, gül yakında demektir”…
Rotamız 32˚ tek yelken trimiyle düzgün dümen tutarak rotamıza varıyoruz. “Rüzgarın kolayına olsun” bu demek diyorum. Ağıl koyunda biraz geziniyoruz ve demirliyoruz. Biraz yüzüyorum, Mutlu maske ve şnorkeli alarak kıyıda geziniyor. Dönüşte kıyıda bir inek gördüğünü söylüyor. Bize de gösteriyor, tekneden bakınca görünüyor siyah beyaz kısmı. Talihsiz inek kimbilir nasıl düştü buralara.
Biraz keyif, çay kahve bira falan derken Datça yarımadasının en ince beli olan Bencik koyuna gitmek üzere yola çıkıyoruz. Burası yaklaşık 1.5 deniz mili karaya doğru giren ve Datça Yarımadasının en dar yerini meydana getiren yer. Fiyord tüm rüzgarlara kapalı bir konumda. Koyun girişinde Dişlice adası bulunuyor. Bu ada dik kaya duvarları ile çok etkileyici. Koyun manzarası olağanüstü güzellikte. Bencik koyunun Doğusu Datça'ya, Batısı Marmaris'e ait, iki bölgenin tam ortasındayız. Kıyı çok sığ bizden önce gelen Burhanettin Kaptan’ın teknesine ince bir manevrayla aborda olduk. Sadece demir atarak aborda olduk, kıç halatı kullanmadık, koyun korunaklı olmasına ve diğer teknelerin sağlam tutunmasına güvendik. Bir kez daha derin bir oh çektik ve hemen şaraplar açıldı, kutlamadan olmaz. Koyun büyüleyici manzarasında gecenin hayalini kurmaya başladım. Ancak o da ne, ciddi bir sivrisinek saldırısına maruz kaldık. Bendeki 0 RH-‘in tadını mı aldılar nedir, hep bana sorti yapıyorlar… Yemek hazırlığı için hertarafı kapatıp sineklikleri de çekerek içeri girdik, tatlı bir serinlik var, bunalmadan soframızı kuruyoruz. Yemeği de burada mı yesek diye düşünürken, karar verdik içerdeyiz. Mutlu tam bir mutfak ustası elinin değdiği herşey güzelleşiyor soslar, makarnalar, etler hepsi onun mutfak bilgisiyle doruk lezzetlerde. Akşamüstü çok şükür serinlikle birlikte sivrisinekler mesailerini tamamlayarak evlerine döndüklerini anlıyoruz. Sevgili Erdal’ın güzel kahveleri eşliğinde gecenin ve yıldızların keyfini çıkarıyoruz. Rosinante'den Bekir Kaptan konuğumuz, önceleri Celal Kaptanımın getirdiği teleskopla biraz uğraşıyorlar, biz de merakla bekliyoruz google sky üzerinden gözlemlediğimiz ve adını öğrendiğimiz yıldızları biraz daha yakından gözlemleyebilmeyi umuyoruz. Ama sanırız eksik bir parça bizi bu hayalimizden uzaklaştırıyor. Olsun diyoruz, Bekir Kaptanın getirdiği purolar eşliğinde adını hatırlamadığım güzel bir şarabı daha soframıza konuk ediyoruz. Bu hafta içinde içmediğim kadar çok ve çeşitli şarap içtim. Tabi çevrenizde Celal, Bekir, Hasan, Vahap Kaptanlar gibi denizde boyunlarında gümüş kaşık olmayan ancak sağlam degustatör olan dostlarımız varsa Rakıyı biraz küstürmek caizdir. Gece teknelerde toplanmalar oluyor aborda olmanın güzelliği de bu. Salome’de yurttan sesler korosu yayında, tatlı tatlı Burhanettin Kaptanı konu alan güzel şarkı ve türküler çınlıyor sakin koyda… Anlaşılan Burhanettin kaptan’ın X-Yacht’ı mürettebatından Ali Rıza hocamız da katılmış aralarına… Burhanettin kaptan ben sana yarın gösteririm der gibi bakıyor, sesleniyor, "Ali Rıza, oğlum uyma onlara teknene dön..."
Yıldızlarla örülü gök kubbemde gece, kollarına alıyor beni. Samanyolu, teknemiz Zezo’nun kemere hattı boyunca salınıyor. Çam kokusu, deniz kokusuyla yarış halinde, kucaklıyor bedenimi, huzurla dalıyorum uykunun ılık girdabına. Sabah 6:30'da uyanıyorum, hemen solumda Ali Rıza Kaptanımı görüyorum elinde fotoğraf makinasıyla, koyun erken güzelliğini kamerasında sabitliyor. Selamlaşıyoruz, teknelerin pruva yönünü götererek, "şu tarafaki manzarayı gördün mü harika"diyor. Ben de biraz daha bu sakin sabahın erken güzelliğinin keyfini çıkarıyorum. Zezo mürettebatı uyandıktan sonra Bencik koyundan ayrılıyoruz. Güzel bir yelken seyrinin ardından Symi adasına yol alıyoruz.
Sünger ticareti ve eskiden yılda 500 gemi üretilen tersaneleriyle 17'nci Yüzyıl'da 12 adanın en zengini olan Symi, Yunan adalarının en şirini, en bakımlısı. Simi'ye ya da Osmanlı'nın 300 yıl boyunca dediği gibi Sömbeki'ye, Erdal'ın tanımıyla Lego gibi dizilmiş şirin evlerin mekanı bu adaya, hayran olmamak mümkün değil. Biz, adanın limanında kısa bir tur atıyoruz. Bakıyoruz kıyıda tanıdık yüzler, kadın polis, halat bağlayan esmer karayağız Yunanlı adam, Rosinante, Burhanettin Kaptan ve mürettebatı. Hepsi bir telaş içinde dert anlatmaya çalışıyorlar. Anlıyoruz ki bir arıza çıkmış. Adaya çıkmaya zaten bizim niyetimiz yoktu, diğerlerinin de sıkıntısı çıktı anlaşılan. Kısa kıyı turumuzu tamamlayarak güzel Symi fotoğrafları çekiyoruz.
Symi çıkışında dar ve sığ bir boğazdan geçerek açık denize ulaşıyoruz. Rosinante önümüzde, birazdan her iki tekne de yelkenleri açıyor. Adı konmamış bir yarış başlıyor aramızda, Zezo'nun özellikle orsa ve dar apaz performansı harika... Bunu bizim kadar Rosinante mürettebatı da anlıyor. Rosinante dümen suyumuzun köpükleri arasında gözden kayboluyor. İki gün sonra rövanşı alsalar da bu turda açık ara önde bitiriyoruz. Celal Kaptanım, "Akşamın mavrası belli oldu" diyor kaptanımın keyfi yerine geldi artık. Perşembe günü Ünal Kaptanın doğum günü olduğunu öğreniyoruz. Celal Kaptanım, bir güzellik yapalım ona bir hediye planlayalım diyor. Bir şarkı yazıp besteleyerek planımızı gerçekleştirmek niyetindeyiz. "Ünal'a Koç-aklama" adındaki eserimizi bir ekip çalışmasıyla satır satır örüyoruz. Koç grubunun armadası olan Tofaş'da Personel müdürü olan Ünal Kaptanımıza içinde bolca Koç geçen bir çalışma yaparak bunu Happy Birthday müziğine adapte ediyoruz, ardından bunu güzel bir yazıyla kart olarak kalıcı hale getiriyoruz. Akşamüstü Hayıtbükü'ne yanaşıyoruz. Datça'nın şirin koylarından birindeyiz. Akşam ekip Ortam Restaurant'da yiyor. Biz ise teknedeki erzaklarımızı biraz olsa tüketmek için Zezo Restaurant'da yemek kararı aldık. Harika bir mantı ve mükemmel bir sos, yanında zeytinyağlı dolma, biber dolma, pilaki... mükellef, tam bir sofra oldu. Yemek sonrası gruba katılıyoruz, U masa kurulmuş herkes keyif içinde ortada Komodor olmak üzere konumlanmış. Bizler de aralarına katılıyoruz. Yemekte Turna (Barakuda) var. Aman Allahım o da ne? Mantılar boğazımdayken ve rakı'nın son yudumu aşağıya inmemişken bir de bakıyorum, ikram edilen rakı ve balık önümde... kıramıyorum. Yemek şölenine devam ediyorum. Özcan, Baybora ve Kubilay kaptanların önderliğinde yurttan sesler korosu harika bir program gerçekleştiriyor. Unutulan şarkılara teknik destek Bekir kaptandan geliyor. Nasıl oluyorsa sözler hemen bulunuyor söyleyenlerin önüne geliveriyor. Eğlence ve dostluğun tatlı huzuru, Hayıtbükü Ortam Restaurant'dan yükselerek gökkubbede kayboluyor...
Datça'nın rutubetsiz güzel havasında açık havada harika bir uyku çekiyorum. Uyku o kadar güzel ve tatlı ki Sabah yürüyüşünü gözardı ediyorum. Bugünkü rotamız Knidos, Ege ve Akdenizin buluşma noktası. Knidos limanı her zaman olduğu gib büyüleyici, turkuvaz mavi'nin binbir tonu buluşuyor ultra mavinin hırçın katmanlarıyla. Antik kentin içinde geziniyor yükseldikce manzaranın tadını çıkarıyoruz. Knidos; bilim, mimarlık ve sanatta da oldukça ileri bir kentmiş. Aklımda kalan bilgi kırıntılarını paylaşıyorum dostlarımla. Tarihin büyük astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos burada yaşamış. Dönemin en ünlü şehri burasıymış. Doktor Euryphon ve öğrencileri zamanının ikinci büyük tıp okulunu Knidos’ta kurmuşlar. Eudoksus’un geliştirdiği ve dönemin büyük buluşu olan güneş saati, ören yerinde bugün de görülebiliyor, önünde durup aldığım broşürlerden basit bir gnom yaparak nasıl çalıştığını göstermeye çalışıyorum. Küçük tiyatronun ardından Doğuya doğru kıvrılınca büyük tiyatronun sıralarında oturup biraz dinleniyor, doyumsuz manzaranın tadını çıkarıyoruz. Fazla oyalanmadan gezimizin Batı'daki bu en uç noktasından ayrılıyoruz, bundan sonraki rotamız Palamut Bükü. 50 feet bir Benetau'nun yanına yanaşıyoruz, Fransızca konuşan bir çift, anlıyoruz ki hanım Türk beyi Fransız. Emeklilik sonrası teknelerini yeni almışlar 6 ay denizlerde kalarak tekneye alışmaya çalışacaklarmış.
Akşam yine zengin bir sofrayı Zezo mürettebatı olarak paylaştık, makarna, soslar, şarap, havuzlukta dostlukla da birleşince bize tadına varılamayan bir ziyafet etkisi yaratıyor. Yarın Ünal Kaptanın doğumgünü, çalışmamız sürüyor, sürprizimizi Rossinante ile de paylaştık yaratıcı fikirleri birleştiriyoruz. Yolumuz biraz uzun olduğundan yarın kalkış saat 6:30 yola çıkış 7:00...
Sabah değim yerindeyse karga mokunu yemeden uyanıp yola çıkıyoruz. Saat 6'da uyandığımda bu konuda deneyimli olduğu her halinden anlaşılan bir kedi yan tekneyi kolaçan ettikten sonra bize de geliyor, kapılar kapalı olduğundan girecek bir yer bulamadan güvertede dolaşıyor. Pışşşt diyerek kovalamaya çalışıyorum ama çok pişkin, "sen yolcu ben hancı, buralar benden sorulur" der gibi bir bakış fırlatıp hiç istifini bozmadan yanımızdaki tekneye geçiveriyor...
Uzun bir yolumuz var bugün, bir tek Symi adasını Güney tarafındaki Panormitis koyuna uğrayarak biraz soluklanacağız. Limana ilk biz giriyoruz kıyıdan tavuskuşu sesi geliyor. Burada bir dini okul olduğunu ve rahip ve rahibelerin yetiştirildiğini öğreniyoruz Celal Kaptanımdan. Rahibe sözünü duyan mürettebat biraz doğrulup saçını başını düzeltiyor, kıyıya daha bir yakıcı bakıyor. Gelen feribotlar çok kısa kalıp ayrılıyorlar. Biz de alargada dinlenip birşeyler yiyip içiyoruz. Çıkışta oynak bir rüzgar var pupa ve geniş apaz yelken yapmaya çalışıyoruz ama nafile, her an rüzgar yön değiştiriyor. İki gün önceki istikrarlı dar apaz ve orsa seyirlerimizi özlüyoruz.
Rotamız Bozukkale, veya antik ismiyle 'Loryma' Rodos'un karşısında Bozburun yarımadasının Güney ucunda şirin bir yer. Gelir gelmez denize atlıyorum. Deniz bu gezi boyunca rastladığım en berrak ve temiz olanı. Tekneden şnorkeli alıp biraz da su altına bakıyorum. Pırıl pırıl bir dip var, ilk kez gördüğüm trompet balıkları 8'li 10'lu gruplarla salınarak yüzüyorlar. İskeleden bakanlar soruyor "Su soğuk mu?" cevap kısa ve tahrik edici "Soğuk su yoktur, üşüyen erkek vardır". Gece buradaki yegane tesiste yemek yiyeceğiz. Burhanettin Kaptanım, o amansız pazarlığını yapıyor adamın nesi varsa aldık diyor, adam başı 35 lira... İçkilerimizi kendimiz getireceğiz çeyrek balık salata falan Allah ne verdiyse sevgi ve dostluğa katık edip yiyiceğiz...
Özlem'le telefonla görüşürken U şeklindeki masa sessizleşip, kulak kabartıyor. 'Sevgilim' diye hitap edince "Herhalde karısıyla konuşmuyor" der gibi bakanlar falan bile var. Ben de bu tekne hayatının ne kadar zor ve zahmetli olduğunu, tuvaletlere sığamadığımı, dışarıda yatarak başımın kıçımın tutulduğunu, yenir yutulur nane olmadığını, bir daha denemeyi düşünmediğimi söylüyorum... "Zaten dört kıllı erkek aynı teknede, bir haftadır... heteroseksüel yaklaşımı sürdürmek gittikce zorlaşıyor diyorum.. Teknede vinç kolu düştüğünde kimse eğilip almıyor... riske etmeyelim diye ayağıyla ittiriyor... Bildiğin gibi değil, böyle eziyet görmedim" diyorum. Bütün masa ve telefonun diğer uçundaki Özlem dahil kahkahayı basıyor...
Zamanı geldiğinde Ünal kaptanımın hediye güftesini Zezo ekibi olarak seslendiriyoruz ve hazırladığımız kartı mütevazı bir mum ve pasta rolü yapan kremalı bisküvi ile takdim ediyoruz. Eminim hayatında aldığı en ilginç hediyedir. Mutlu oluyor, yaşlanmadan bir yaş daha almanın keyfini yaşıyor. Bizler de bu özel güne ortak olmanın mutluluğunu hissediyoruz iliklerimize kadar. Ali Rıza kaptanım önce bir Sait Faik şiiri okuyor, "Arkadaş" şiirini
Diyeceğim:
Bu akşam değil, bir başka akşam,
seni alıp bir kocaman şehre götüreceğim,
O şehirde toprak çoktan patlamıştır
Yıkılmıştır bildiklerim
Kocaman cepheleriyle borsalar, saraylar,
kimbilir belki de mahkemeler, zindanlar..
Masaldır artık
Onların kahramanlığı, onların merhameti, onların fazileti.
Ezanlar, mevlütler, harbler, taburlarla kahramanlar.
Kafam alkolsüz, ellerim kelepçesiz,
Seni bir akşamüstü, Sotiraki nin gazinosundan
Rakı kadehimle benim aramdan alıp
Altın akşamların sarı çocukların tırmandığı
Kuşların öttüğü ve yemişlerin yendiği
Hudutsuz ve çitsiz,
Perisiz ve cinsiz,
Kümessiz ve evsiz
Hasılı numarasız
Bir memlekete götüreceğim.
Bu akşam değil, bir başka akşam,
seni alıp bir kocaman şehre götüreceğim,
O şehirde toprak çoktan patlamıştır
Yıkılmıştır bildiklerim
Kocaman cepheleriyle borsalar, saraylar,
kimbilir belki de mahkemeler, zindanlar..
Masaldır artık
Onların kahramanlığı, onların merhameti, onların fazileti.
Ezanlar, mevlütler, harbler, taburlarla kahramanlar.
Kafam alkolsüz, ellerim kelepçesiz,
Seni bir akşamüstü, Sotiraki nin gazinosundan
Rakı kadehimle benim aramdan alıp
Altın akşamların sarı çocukların tırmandığı
Kuşların öttüğü ve yemişlerin yendiği
Hudutsuz ve çitsiz,
Perisiz ve cinsiz,
Kümessiz ve evsiz
Hasılı numarasız
Bir memlekete götüreceğim.
Buğulu gözlerle donmuş zamanın içinden önümüzdeki perdeyi yırtarak masaya dönüyoruz, ardından o kısa boylu sevimli beyefendi adam bir de damardan Cahit Sıtkı Tarancı şiiri patlatıyor, keyfimiz doruk noktasında, yüreğim gökyüzüne havalanacak gibi... Böylesi güzel bir sofrayı paylaşmanın mutluluğuyla defterime birşeyler karalayarak, biraz da çiziktiriyorum...
Tekneden getirilmiş bir Kurukahveci Mehmet Efendi paketi görüyorum altın gibi parlıyor. Ali Rıza kaptanımın yönetiminde herkese mükemmel bir kahve yapılıyor. Gezinin kreşendosu bu akşam oldu diye düşünüyorum içimden, teknemize dönerken iskelede oyalanıyor herkes, bitmesin istiyor bu büyülü gece. İlk kez böylesi açık şekilde denizde yakamozları gözlemliyorum. Tekneden alınan bir kakıçla suda kavisler yapınca daha da ışıldıyorlar. Aslında patlayarak ölünce böylesi güçlü ışık çıkardıklarını Bekir Kaptanımdan öğrenince içim burkuluyor, daha fazla izlemeden yıldızlı gece manzaralı yerimi alıyorum teknede, kafamı sonsuz uzaya dikip düşünüyorum, şükrediyorum, farkında olduğum ve tadına varabilen dostlarımla birlikte olduğum için...
Bakıyorum Rosinante'de Nezihi Kaptan da dışarıda yatmaya hazırlanıyor. Botun üzerindeki yerini alıyor. Gece bütün güzelliğini sunuyor yine bize, Samanyolu elimizi uzatsak değecek gibi. Tertemiz havada huzurla uykunun kucağına bırakıyoruz yorgun ve mesut bedenlerimizi...
Sabah 7:00'da "Rahat Kıçına Batanlar Grubu" biraz daha genişlemiş şekilde Nezihi'nin de katılımıyla sabah yürüyüşüne başlıyor. Rodos şovalyeleri tarafından yapılmış bu güzel taş kalenin önce etrafında gezinip sonra üstüne çıkıyor, sonra da burna kadar tırmanıyoruz. En uç noktadan manzara muhteşem, Omerta tekneleri, beyaz bir gerdanlık gibi sıralanmış mavi-yeşil koyda. Herkeste sona yaklaşmanın hüznü var. Yolumuz doğrudan Marmaris Albatros Marina, Hava da uygun değil, zaten biten bu rüya gibi bir haftanın burukluğu da çökmüş üstümüze, yelken falan yapmıyoruz. Arab adasında kısa bir mola verdikten sonra Albatros Marina'ya saat 17:00 gibi ulaşıyoruz. Tekneyi teslim ediyor yakıt alıyoruz Celal Kaptanım 53 litre yakıtla ekibin en az tüketimini yaptığı için gururla "Ha, bak bunu yazmayı unutma..."diyor. Kalan ekiple bir grup fotoğrafı çetkiriyoruz ve bize bir haftadır 'ev' olan teknelerimizi ardımızda bırakıp yola koyuluyoruz. Yüreğimizde güzel bir 23 Nisan Tatilinin heyecanı ve mutluluğuyla gelecek turun hayalini kuruyoruz...
Teşbihte hata olmaz, sürç-i lisan ettiysek affola...
10 Mayıs 2012
Nisan 2012 Omerta Hisarönü gezisi...
6 Yelkenli teknede 28 Denizciyle birlikte Nisan ayı son haftasında Marmaris-Hisarönü gezimizi salimen tamamladık.
Marmaris-Bozukkale-Söğüt-Dirsekbükü-Bencik koyu-Orhaniye-Symi-Hayıtbükü-Knidos-Palamutbükü-Panormitis ve Çiftlik Koyu molalarından sonra tekrar Marmaris'e döndük.
Nisan ayı gündüzleri oldukça güneşli pırıl pırıl gökyüzü ile sıcak bir havada 4 bofor rüzgar ile yelken yapıp, güneş batmadan buz gibi denize girip serinledik.
Akşamları ise resmen üşüdük... Kalın polarlar, eşofmanlar hatta mont ve kışlıklar ile oturduk...
Henüz sezon açılmadığından çoğu tesis açık değildi veya açma hazırlıkları içinde eksikler hızla tamamlanmaya çalışılıyordu.
6 tekne olmamıza rağmen çok rahatlıkla iskelelerde yer bulduk. :)
Sadece Söğütte Denizkızında 3 tekne iskelede 3 tekne alargada geceledik.
Deniz tertemizdi, koylar çok ıssızdı...
Bol bol yedik, içtik... Çok güzel sohbetler, bol kahkahalar ıssız koyları neşelendirdi...
Symi de tüm liman bomboş olmasına rağmen bağlandığımızda gelen resmi görevliler prosedürleri tamamlamızı isteyip, pasaport ve vize olmayanların tekneden inemeyeceklerini söyleyince ayrılmak zorunda kaldık, biz ayrılırken sahilde pinekleyip, müşteri bekleyen esnafın, resmi görevlilerle kavga ettiğini görmek bir parça bizi rahatlattı...
"Bunlar bu kafayla krizden çıkamaz" söylemleriyle Hayıtbüküne dümen tuttuk.
Gezimizin detaylarını Fikret Uçar Kaptan' ın kaleminden kendi izniyle bu blogda yayınlayacağım.
Yeni seyirlerde görüşmek üzere...
Sevgiler
Eyüp
18 Ocak 2012
2012 seyir planlarımız...
Kış ayları, biz denizciler için uzun kış gecelerinde seyir haritalarının serilip döküldüğü, seyir planlarının yapıldığı, hayallerin kurulduğu aylardır. Eski gezi anıları okunur, notlar alınır.
Denizci dostlarla fikir alışverişleri yapılır, tüm sohbetlerin ana konusu seyir planları olur.
Günler geçmek bilmez sanki...
Denize açılmak için sabırsızlanırsınız...
2012 seyir planlarımıza gelince;
Kış aylarında ayda bir Marmaris' de MIYC Trofesine katılan Rossinante ekibinde yarışıyoruz.
Şubat veya Mart ayında Mehmet-Nalan Erem ve Reyhan' la 3-4 günlüğüne kısa bir seyir düşünüyoruz.
Bahar aylarında gelenekselleşen Omerta Bahar gezimizi, yeni katılan arkadaşlarımızın eğitimini de içerecek şekilde 5-6 teknelik bir filotilla ile yapacağız.
Yaz başında Reyhan' la birlikte başbaşa 1 haftalık bir seyir yapmayı düşünüyoruz.
Yaz aylarında Danimarka' dan gelecek çok sevdiğimiz kuzenlerimiz ve Ali-Damla-Derin Kavak ile Deniz ve Hasan Ali' nin katılımıyla bir haftalık Hisarönü gezisi yapacağız.
Ağustos ayında ise Tatil Postası grubumuzla 15 gün süreli Cylades adalarını da içeren uzun bir seyir planımız var.
Sonbahar da yine geleneksel Omerta Sonbahar gezimizi yapacağız.
Planlı bu geziler dışında da fırsat buldukça denizde olacağım.
Denizlerde görüşmek üzere...
Sevgiler
Eyüp
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)