24 Ağustos 2009

Aralık' ta Rodos...





2008 Aralık' ta yaptığımız RODOS ziyareti...

Seyrimizi Fırtına nedeniyle revize edince Göcekten sabah erken saatlerde avara olduk...
Yavaşça Göcek körfezine doğru motor bastık...Solumuzda Göcek adası, sağımızda ise sırasıyla güzel koyları geçiyoruz, hava günlük güneşlik...
Burhan, Reyhana otomatik pilotu anlatıyor ama bu arada fırçasını da yiyor... Madem böyle bir kolaylık vardı da bana niye söylemediniz saatlerdir dümendeyim, size de kıyıp bırakamıyorum diye...
Ben teknenin üstündeki botun üstüne yumuşacık tünemiş etrafı seyrediyorum...İşte Yassıcalar, biraz ilerde tersane adası, ya bu Zeytin adasını şimdi kim almıştı muhabbetleri, Daha ilerde ise Domuz adası Simavilerindi galiba... Anlayacağınız zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış durumları...
En iyisi yine entellektüel takılmak, anladınız di mi? Bedri Rahmi koyu sancağımızda uzanıyor...
Bu sefer Tersane adası ile Domuz adası arasından geçiyoruz... Ana yelkenimiz yola çıkar çıkmaz açılmıştı zaten... Hava çok sıcak ve gram rüzgar yok...
Meyva yıkadık yiyoruz... Ben ayvayı çok severim... Klasik ayva yedim geyiği yapılıyor, gülümsüyorum...
Sanki 3 gün önce tüm tekne bulantıdan, bağırtıdan, somurtmaktan yıkılmamış gibi... Herşey unutulmuş iyiden iyiye...Teknenin arkasına geldim tekrardan Fethiye Körfezide çok sessiz ve durgun...
Marmaristen aldığım olta takımını tekrar çıkardım, bütün olta birbirine girmiş, bu misina nasıl çözülür. Aklıma nerden geldiyse İskender, Diyojen o meşhur kördüğüm geldi... Elimi bıçağa uzattım ama sakın kesme biz açarız dedi kızlar...
Mehmetten (M.Erem) öğrenmeli iyice bu işleri madem sık sık uzun gezilere çıkıyoruz...
Gerçi ilk gün henüz havamız yerindeyken Yılancık adası civarında koskoca bir palamut yakalamış ve Ekincikte Tahir ustaya tarttırıp 1.250 gr olduğunu öğrenmiş zevkten dört köşe olmuştuk...
Bu benim bizzat ilk yakaladığım balık olduğu için tüm detaylarıyla ayrı bir yazı başlığı olmayı hakkediyor... Ve bu balığı çekmeye çalışırken peşinden gölge gibi koskoca bir balık görüp ürkmedik desek yalan olur... (neyse fazla detay vermeyelim )Sırtıyı suya attık, tüm misinayı da saldık peşinden... ( taa Rodosa kadar peşimizden öyle geldi )Ben bu arada nasıl olsa bir tane balık yakalamış ve usta balıkçı olmuş edalarında ortağımı kızdırıyor "sen bi tane yakalayana kadar ben artık tutmayacağım" filan diyorum...
Kurdoğlu burnunu bordaladık, solumuzda peksimet adası...
Rotamız Rodos...
Bu arada rüzgar başladı hafif hafif, yelken yapacağız diye keyiflendik...Rüzgar giderek artıyor... 20 Knot civarına oturdu... Full arma deniz üstünde keşişlemeden gelen rüzgarla geniş apaz bir seyirle uçuyoruz sanki... Dalgalarda sörf yaparken hızımız 9-9.5 Knotları buluyor... Her bir yeni rekor ölçümde bağırıyoruz. Dalgalar çok büyüdü, rüzgarda 25-30 arası hatta sağanaklarda 35 i buluyor...
Aklıma Yelken Dünyası dergisinin bir sayısında Dr. Noyan Eralp'in bir sözü geliyor... "Rüzgar pupadan gelsin isterse kol gibi gelsin" gibi bişeydi sanırım... Bizim de rüzgarımız kol gibi geliyor ve geniş apazdan geliyor...
Herşey yolunda ve çok zevk alıyoruz...Yaklaşık 3-4 saat sürekli yelken yaptık...taaa Rodosa kadar neredeyse Mandraki Limanına tam arma yelkenle gireceğiz... Hava kararmaya başladı Liman önlerine vardığımızda, Rodos Feneri bize keskin ışığıyla yol gösteriyor, rüzgar giderek şiddetleniyor, dalgalarda iyice büyümeye başladı...Liman ağzına varmadan yelkenleri indirdik...Rüzgarın ıslığını dinleyerek yavaşça limana girdik...





Yazın yer bulma sorunu yaşayıp bize sıkıntı yaşatan limanda girişe göre iskele tarafta boş bir çok yer var... Koca bir motoryat ile bir yelkenli arasına yavaşça kıçtan yanaşıp koltuk aldık... Demiri ise özellikle uzunca serdik...Pasarellamızı yerleştirip şöyle bir ayağımızı yere basalım derken sanki gök boşandı şiddetli bir yağmur başladı...
Neyse sorun yok, giyinip çıkacağız... Yağmur dindi biz de çıktık...
Akşama Nikos Tavernaya gideceğiz. Nikos Taverna daha önceki gelişlerimde gittiğim, sizlerde Rodosa gidecek olursanız gitmenizi şiddetle tavsiye edeceğim bir yer...
Şimdi yazacaklarımı ise abarttığımı düşünmeyin ve lütfen "yuhhh boşan da semerini ye" tarzı içinizden geçirmeden okuyun...
Nikos bizi baş köşeye yerleştirdi...
Rodos Türklerinden Hasanın arkadaşı olan Nikos aslında bir Arnavut göçmeni ve Hasan nedeniyle ayrı bir itibar görüyoruz. (Hasanla eski gezilerimden birinde tesadüfen tanışıp dost olmuştum.)Önce adını bilmediğim islenmiş dil balığına benzer çok nefis bir balık geldi.
Buz tepsi içinde yeşillikler ve üstünde taze limonla servis edilen koskoca bir istiridye tepsisi, kalamar, ahtapot, nefis bir midye kocaman bir kase içindeydi ve limonlu, baharatlı, safranlı suyu bile tek başına lezzet coşkusuydu... Simsiyah hale getirilmiş şarapla muamele edilmiş sübye-ki ilk kez yedik-. Patlıcan közde ama nasıl anlatacağımı bilemiyorum... Greek salad, Barbun, küçük popcorna benzeyen karidesler... Ve en sonunda bol deniz ürünlü risotto...
Tüm bunlara eşlik eden bence çok lezzetli ev şarabı...
Arkasından kahve ve tatlılar...
Nasıl ama ağzınızın suyu akıyor değil mi?Az yiyelim dedikçe yiyoruz...
Amannn nasılsa dönüş yolunda hepsi gidecek, içimiz dışımıza çıkacak şeklinde espriler,gırgırlar bile rahatça yapar hale gelindi...
Yemekten sonra şiş göbeklerle dışarıya çıktık, hava oldukça serin ama yağmur yok... Teknelere kadar yürüdük, nasıl rüzgar var liman içinde anlatamam ve tekneler delice sallanıyor... Hanımlar pişman olmaya başladılar çok yediklerine... Sallantıları görmek bile mideleri kaldırmaya yetiyor. Ama dikkatlice tekneye bindiler ve tüm günün yorgunluğuyla o gürültü, sallantı içinde uyumayı başardılar... Yanımızdaki motoryatın pruvasından bizim teknenin pruvasına koç boynuzuna bir açmaz aldık. Rüzgar iskele kıç omuzluktan geliyor. Yedek bir halatla kıçtan yedekleme aldık. Pasarellayı çıkarıp, teknenin kıçını biraz daha açıp bizde uyuduk...
Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, yanımızdaki yelkenli tekne alman bayraklı ve genç bir karı koca ve 3 tane en büyüğü 12 yaşlarında diğerleri 7-8 yaşlarında 2 erkek bir kız çocukları var. Teknelerine bakılırsa teknelerinde yaşıyorlar ve dünyayı dolaşıyorlar.
Reyhanın çok ilgisini çekti. O dar mekanda nasıl yaşadıklarını merak etti ve bir daha bizim tekne için bu dar, burada boğulacak gibi oluyorum, içim daralıyor filan demedi...
Almanca bilmediğine üzüldü, özellikle o genç anneyle konuşmak istediğini ve "Neden?" sorusuna cevap vermesini merak ettiğini söyledi...
Ben ise daha çok "neden?" değilde "nasıl?" sorusuna cevap arardım diye düşündüm gece boyu...
Ertesi sabah uyandığımızda ki çokta sağlıklı uyuyamadığımı söylemeliyim gece boyu defalarca kalktım tekneyi kontrol ettim, en az benim kadar da Burhan kalkmıştı...
Bu limanı bilenler daha iyi anlayacaklardır yazdıklarımı okuyunca, gece kalktığımda gördüğüm taa dışardan mendireğin diğer tarafından o geniş mesafeyi geçen dalgalar liman içine teknemize kadar geliyorlardı. Bunu bana anlatsalar inanmazdım...
Hava durumu sitelerinde Rodos ve civarı 7-8 bofor fırtına gösteriyor ve haritalarda kıpkırmızı idi...
Tam da fırtınanın göbeğine düşmüş ve Rodosta mahsur kalmıştık...
Bizce sakıncası yoktu...
Pasaport, vize, transit log, tekne evrakları vs soran yoktu... Keyfimizce gezip, tozacaktık... yiyip içecektik...Zaten sorsalar da gösterecek vizemiz filan yoktu...Neyse lafı fazla uzatmayalım...
Bu sefer kale içini gezmeye gideceğiz...



Gerçi sezon dışı ve kimsecikler yok ama olsun her yer tertemiz, yağmurda olan tozu toprağı yıkamış... Neredeyse sokak sokak dolaştık. Bu arada bir iki dükkan açık elbette...
Bunlardan bir tanesi tesadüfen Türk çıktı bizi buyur ettiler dükkana girdik başladık sohbete, geçmiş bayramımızı kutladılar...
Burası denizcilik, tekne, yelken ile ilgili bir blog o yüzden bambaşka bir konuda kişisel düşüncelerimle çok farklı bir tartışmanın ateşini fitillemek istemem ama kısacası çok duygulandığım ve düşüncelere daldığım bir sohbet oldu...
Öğleden sonra Rodosun çarşı merkezini gezdik.
Neredeyse en büyük dörtyol ağzındaki mağazaların birinde tamamen şemsiye satılıyordu. Reyhan, kendine ve kardeşlerine ve bazı sevdiklerine buradan şemsiye satın aldı.



Biz, demekki burada çok yağmur yağıyor sonucunu çıkartarak yağmur altında gezdik...
Akşam ise gündüz tanıdığımız Türklerin önerdiği Sagis Tavernaya gittik. Burası da çok güzeldi, bizim geleceğimiz Eşref tarafından tembihlenmiş ve çok ilgi gördük... Neredeyse birgün önceki gibi ama daha az miktarlarda bol deniz ürünü yedik...
Yine keyifle ama yağmur altında limana döndük...Rüzgar henüz dinmemişti gerçi hava durumu tahminleri havanın gece kalacağını söylüyordu...Saatimi gece 04.00 e kurdum. Yine gece boyu birkaç kez uyanıp konrtol etmemizle beraber o saatlerde zil çalmadan uyandım.
Burhanı kaldırıp kızları uyandırmadan sessizce limandan avara olduk... Rüzgar dinmiş ama ölü dalgalar oldukça rahatsız ediciydi...Liman çıkışında ana yelkeni açıp Kadırga burnunu kerteriz alıp yaklaşık 5-6 derece rotasında başladık motor yelken gitmeye...
Sabah saat 8.30 da Marmaris körfezinde 9 da ise Albatros marinaya bağlanmıştık...
Hanımlar yeni yeni uyanıp Türkiyeye varmış olduğumuzu görüp seviniyorlardı...
Tekneyi hemen güzelce boşaltıp, temizleyip yola koyulduk...
Bugün evde bu yazıyı yazarken tekrar ne zaman seyre çıkacağım düşüncesi ve heyecanı içimde...
herkese sevgilerimle...

Eyüp

19 Ağustos 2009

2009 Yaz Tatili...



Merhabalar,
Uzun kış geceleri hayalini kurduğumuz, neredeyse tüm bir yıl hazırlığını yaptığımız tatilimiz başladığı gibi çabucacık bitiverdi…
Esas olarak güzelliklerin hakim olduğu, keyifli bir gezi yaptık.
Kazasız belasız, ciddi bir sorun yaşamadan 33 kişi ile 160 deniz mili yol yaptık ve Marmarise döndük.

1.gün:
Çiftlik koyuna bağlandık ve geceledik.
Çiftlik Koyuna girmemizin bir nedeni de Sevgili Cenk Cesur Korsanla tanışmak güzel kızı s/y Bianca ile yanyana bağlanmaktı. Ama bir sağlık sorunu nedeniyle görüşemedik, başka bir seyirde umarım...

Kumsala yakın büyükçe bir U masa etrafında birarada yedik, içtik ve eğlendik. Sadettin Amca ve Vahap bağlama çalıp güzel türküler söylediler…(Sadettin Amca benim kayınpeder olur:))

2.gün:
sabah erken yola çıktık, Korsan Koyunda kahvaltı, yüzme ve dinlenme molası verdik. Kayalara kıçtankara koltuk halatlarıyla bağlandık (Ali Rıza bağlama işlerini yaptı unutmayın diye kayıt koyuyorum)
Öğleden sonra ise Symiye doğru yola çıktık, Pethi koyunda kısa bir yüzme molasından sonra maceralı bir şekilde Symi limanına kıçtankara bağlandık.

Symi gezildi ve akşam için temiz ve güzel denizürünleri yediğimiz, kendi içkilerimizi içtiğimiz bir tavernaya gittik…

Gece Tarkan şarkılarının limanı kapladığı bir ortamda uyuduk…

3.gün:
yine sabah erken yola çıktık. Syminin kuzeyindeki dargeçitten geçerek Panormitis koyuna geldik…
Her tekne kendi kahvaltısını hazırlarken alargada denize girdik.
Görkemin maharetle kullandığı botla bazılarımız kıyıya çıktı Kiliseyi gezdi…
Uzunca bir moladan sonra öğleden sonra Tilosa doğru dümen tuttuk…
Güzel bir yelken seyriyle Tilosa vardık.
Küçük limanında yer yoktu ve Tilos kıyısına 30-40 m mesafede 5-6 metre derinliğe demirlerimizi serip yanyana bağlandık.
Akşam her tekne kendi yemeğini teknesinde yedi…

Bir grup kendi arasında içip sohbet ederken büyükçe bir grup ise gençlerin önderliğinde sessiz sinema oynuyordu.

Yıldızları seyrederek ve kayan yıldızlarda dilek tutarak uyuyakaldık…

4.gün:
Tilosta geç kalktık tembellik ettik…
bir grup tekne yüzme ve kahvaltıdan sonra boşalan limana girip su ve elektrik alıp azalan erzaklarını takviye etti…

Sonra yine yelken seyriyle Halkiye doğru dümen tuttuk…
Halkide feribot iskelesine sırasıyla kıçtankara bağlandık.
Halki çok şirin bir yer… herkes gezmeye çıktı…
akşam yemeklerimizi teknelerimizde yedikten sonra büyük beton iskelenin meydanında çocuklar gibi oyunlar oynadık.
Öyleki neredeyse tüm turistlerin ve Halkililerin ilgisini çektik.

Bize katılanlar oldu…(Ali Rızaya teşekkürler…)
Daha sonra hanımlar biz erkeklerden ayrılıp yalnız başlarına Halki gecesine aktılar…

Biz erkekler ise teknede oturup rakı ve muhabbette devam ettik…
5.gün:
Sabah Rodosa dümen tuttuk…biraz navigasyon problemi yaşayan tekneler olsa da sonuç olarak Yunus balıklarının gösterileri eşliğinde ve güzel bir pupa, geniş apaz yelken seyriyle öğleye doğru Rodosa girdik…
Rodos limanında yer sorunu nedeniyle geçici olarak saat 16.00 ya kadar bağlandığımız yerden ayrılıp analimanın hemen arkasında Cruise gemilerin yanaştığı limana gidip önce 3-4 saat alargada kaldık daha sonra ayrılan bir cruise geminin yerine kıçtankara bağlandık.

Bu arada karada olan hanım ve çocuklar ve eşlik eden erkek arkadaşların aklı da bizde kaldığı için biraz keyifsiz bir gün oldu diyebilirim.

Bir grup teknede bir grup ise Rodosta yemek yedi ve erkenden oldukça çalkantılı bir ortamda uykuya daldık.
6.gün:
sabah güzel bir güne uyandık.
Saat 13.00 e kadar Rodosun özellikle güzel ve turistik bölgesi olan kaleiçi gezildi ve saat 14.00 te pasaport işlemlerimizi yaptırıp Kumlubüke doğru dümen tuttuk.

Çok güzel ve adrenalini bol bir yelken seyirle uçarcasına kumlubüke Hollandalı Ahmetin tesislerinin bulunduğu iskeleye yanyana 4 tekne kıçtankara bağlandık.
Akşama kadar keyif yaptıktan sonra güzel bir akşam yemeği yedik…
Keyifler yerine gelmişti…
7.gün:
kahvaltı, deniz, güneş, kum…ve sonrası 1 saatlik mesafede Marmarise vardık…
Akşam Albatros marinada toplu olarak yedik içtik, türküler söylendi…
Gezinin güzel bir değerlendirmesi yapıldı…
8.gün:
sabah erkenden vedalaşıp herkes evine döndü…

Kişisel düşüncem anlaşıldığı gibi oldukça güzel ve keyifli bir geziydi…
İbrahim ve Baybora ilk kez tekne aldılar, kaptanlık yaptılar. Açıkçası çok etkilendim, major bir hata yapmadan gayet güvenilir kaptan olduklarını gösterdiler… Sanırım onlarında kendi güvenleri artmıştır…
Çocuklar çok mutlu ve keyifliydi… sudan çıkmadılar… oynadılar…güldüler..eğlendiler…
Mesafeler biraz uzundu… O nedenle biraz yorucu bir gezi oldu…
Yunan adaları şehir efsanesini gördüler artık sanırım bir daha yunan adaları seyri istenmez…
Aramızdaki kaptanların sayısının artması ile teknelerde 2 er aile şeklinde seyirler yapabildiğimizde seyir ve tatil konforumuzda daha artacaktır.
Fakat eski arkadaşlıklar, sıcak ilişkilerimizin olması yer sorunlarımızı asgariye indirdi, unutturdu…
Sorunsuz, problemsiz bir seyir ve tatil yaptığımız için her arkadaşa teşekkür ediyorum.
Hava durumu desteği için Özcana, seyir öncesi güzel temennileri için beni arayan Bülente de ayrıca teşekkür ederim…
Umarım bir sonraki gezide birlikte oluruz.
Zamanı değil biliyorum ama önümüzdeki sene için Gökovada seyirleri çok daha kısa, denizi ve dinlencesi bol bir programı önermek istiyorum.
Sevgilerimle…
Eyüp

13 Ağustos 2009

Serçe Koyu...


Serçe Koyu,
Marmaristen deniz yoluyla Bozburuna doğru giderken yaklaşık 25 deniz mili uzaklıkta çok korunaklı, girişi neredeyse hemen hemen görünmeyen çok güzel bir koy...
İçeriye girer girmez sancak tarafında koyun dibinde çok güzel bir restoran var.
Burada demir atıp, durgun suda yüzüp dinlenebilirsiniz.
Gece ise açık bir gökyüzünde binlerce yıldızı ve samanyolunu gözleyebilir, kayan yıldızlara bakarak dilekler tutabilirsiniz.
Karayoluyla ulaşımın neredeyse olmadığı bir yöre...
Ayrıca dünyamızın en eski cam batığı burada bulunmuş olup, batıktan çıkarılan camlar Bodrum müzesinde sergilenmektedir...

Symi Adası...



Symi;

Datçaya, Bozburuna neredeyse kolunuzu uzatacak mesafede...

Fethiye-Göcek veya Marmaristen Bodruma doğru yükselen teknelerin deyim yerindeyse içinden geçtikleri bir rotada...

Teknemiz Rossinante Marmariste bağlı olduğu için yaklaşık her seyrimizde yasal veya kaçak göçek mutlaka uğradığımız bir liman...

Symi analiman oldukça korunaklı, sezonda yer bulmak çok zor.
Denize oldukça dik inen bir vadi içinde o nedenle demir tutturmak zor, her defasında 20 m civarında demir atıp ve teknemizin tüm zincirini sererek anca tutunabiliyoruz...

Aborda olmak ise çok lüks... (zaten imkansız yer bulunmuyor)

Yaz aylarında ana limanda yer bulamazsanız hemen güneyindeki Pethi koyuna 4-5 metreye demir serip alargada kalabilirsiniz..
Botla karaya çıkıp yürüme mesafesinde Symi merkeze gidebilirsiniz.
Symi de giriş işlemlerimizi toplamda 120 euro ya acentaya yaptırdık...
Bu başlıkta Panormitis sonrası Symi ile ilgili seyir notlarından bir bölüm ve bol fotograf içeren bir yazı okuyacaksınız...

“…Saat 15:00 sularında Panormitis’ten ayrılıyor ve Symi ana limanına doğru rota tutuyoruz. Koydan çıktığımızda rüzgardan eser yoktu.
Çok sakin bir denizde motorla ilerleyerek akşam saatlerinde Symi’ye ( 36o 36’ 56 N; 027o 50’;10 E)ulaşıyoruz.

Liman oldukça sakin. Büyük bir katamarının yanına kıçtan kara bağlanıyoruz. Yanaşma oldukça başarılı oldu hiç çapariz çıkmadı. Tekneyi bağlar bağlamaz dibimizde acente yetkilisi Luiz bitiverdi. Luiz Albatros marinanın yönlendirmesi ile Yunanistan‘a giriş işlemlerimizi yürütecek.

Belgeleri Luiz’e teslim ettikten sonra Symi’de küçük bir gezinti yapıyoruz.
Symi’de Panormitis’tekine benzer bir hareketlilik dikkatimizi çekti.
Her yerde bir şeyler patlıyor.
Kömürde et pişiriliyordu. Bugün’ün özel bir gün olduğu açıktı.
Sonradan öğreniyoruz ki Ortodoksların paskalyasına rastlamışız. Kutlu olsun.



Gün batımı yaklaştıkça sokaklarda güzel giyimli insanlar belirmeye başladı.
Symi’nin meydanında kutlama hazırlıkları var. Akşam gürültülü geçecek sanırım.


Akşam yemeğini dünyaca ünlü MANOS’da yiyeceğiz.
Marinayı çevreleyen yolun hemen kenarındaki bu küçük deniz lokantası bir Symi klasiği.


Bir yandan patlamalar ( bildiğimiz dinamit patlaması) bir yandan şarkılar ve bir yandan da masadaki sohbetle gecemiz ilerledi.
Manos’ta sadece deniz ürünlerinden yapılmış mezeler yedik.

Tabi ki yanında uzo ve raki.
Mezeler, siz dur diyene kadar geliyor. Burada adet böyle.

Menümüz:Greek salata, lakerda, buz üzerinde çiğ istridye, deniz kestanesi ( doğal viagra olduğu belirtildi), Belçika usulü midye, Symi karides ( baby karides), ahtapot, yengeç bacağı, jumbo karides, vitamin D ( revani ve dondurma)

Saat 23:00 sularında Manos’tan ayrıldık.
Teknede birer fincan kahve içtikten sonra bizler uyumaya giderken, Murat ve Alper Symi’nin gece hayatına aktılar.

20 Nisan 2009, Pazartesi Sabah feribotla evlerine dönen insanlarla uyandık.
Symi’nin alışılmadık kalabalığı şimdi anlaşıldı. Buraya çevre adalardan ziyaretçiler gelmiş.

Güzel bir kahvaltıdan sonra Nadir’in kaptanlığında Symi limanından sakince çıktık.
Limanın görünüşü çok güzeldi.

Gün doğumunun ışıkları Symi evlerini üzerine vuruyordu. Evlerin benzer mimaride oluşu ve belirli renklerin hakimliği (sarı ve beyaz) bir yerleşim merkezine ayrı bir güzellik katıyor.

Geçmiş yıllarda gemi imalatın ile geçimini sağlayan Symi şimdilerde sadece turizm’den para kazanıyormuş gibi duruyor.

Hal böyle olunca da adamlar adalarını güzelleştirmek ve ilgi çekebilmek için her şeyi yapıyorlar.

Symi çıkışını girişi yaptığımız adanın kuzey yönündeki Symi adası ve Nmos adası arasındaki geçitten usulca yapıyoruz.
Derinlikler 5-6 metre civarında….”

12 Ağustos 2009

Symi-Panormitis Koyu


Panormitis;

Symi adasının güney ucunda batıya bakan küçük bir girişten sonra her havaya kapalı küçük şirin bir koy ve yerleşim yeri...

Nisan ayı gezimizde Bozukkaleden çıktıktan sonra kolayına bir seyirle yaklaşık 2 saat kadar ayı bacağı ile yelken yaparak girdik bu şirin koya...

Koyun kuzey tarafında 5-6 metreye demir atmış alargada birkaç yelkenli tekne vardı.

Biz ise girişin tam karşısında beton iskeleye aborda olduk. Birkaç saat kalıp meşhur kiliseyi gezdikten sonra Syminin esas limanına gitmeyi düşünüyoruz.



Gezimizin bu bölümü ile ilgili seyir anımız Halil Kaptan tarafından aşağıdaki şekilde not edilmiş...
"...Bozukkale’den çıktıktan sonra rotamızı Symi’ye çeviriyoruz. Vizelerimizin 20 Nisan’da başlaması nedeniyle Symi liman girişini akşam saatlerinde yapmaya karar verdik.
Aradaki boşluğu ise Symi adasının güney ucunda kalan Panormitis koyu ile doldurmaya karar verdik.
Panormitis koyuna kadar rüzgarı tam pupadan aldık.
Bu yöndeki rüzgarın hakkıda tabiî ki “ayı bacağı” Uzunca bir süre Murat’ın eşsiz dümenciliği ile bir oyana bir buyana salınarak yol aldık. Ayı bacağı yüksek konsantrasyon ve beceri gerektiren bir seyir, her an tehlikeli bir şekilde kavança atabiliriz.

Hızımız 5,5-6,0 knot olmasına rağmen sanki hiç ilerlemiyormuşuz gibi bir his duyuyoruz.
Seyirin sonunda Murat’ın ayı bacağındaki başarısı nedeniyle kendisine “ayı bacağı Murat” ünvanı takıldı.
Öğle saatlerinde Panormitis’deyiz. ( 36o 33’ 00 N; 027o 50’40 E)

Koyda bir kilise, çan kulesi ve birkaç büyük yapı göze çarpıyor. Kilisenin çan kulesinin İzmir Saat kulesinin taklidi olduğunu öğreniyoruz.



Koy oldukça korunaklı. Koyda birkaç tekne alargada bekliyor.

Görünürlerde pek insan yok. Bazı insanlar koyun çeşitli yerlerinde balık tutuyorlar.



Kilisenin tam önünde “T” şeklinde bir iskele var. Belli ki büyük tekneler buraya bağlanıyor. İskele çevresinde derinlikler 10 m civarında.

Koy kalabalık olmadığı için iskeleye aborda olduk. Biraz karada dolaşıldı.
Çocuklar bir şeyler patlatıyor ve çevrede kızarmış et tepsileri görüyoruz.
Herhalde birisinin daveti var yorumu getiyoruz.

Saat 15:00 sularında Panormitis’ten ayrılıyor ve Symi ana limanına doğru rota tutuyoruz. Koydan çıktığımızda rüzgardan eser yoktu.

Çok sakin bir denizde motorla ilerleyerek akşam saatlerinde Symi’ye ( 36o 36’ 56 N; 027o 50’;10 E) ulaşıyoruz. "

Knidos...







Knidos;
Gitmeye doyamadığım bir yer...
Girişte batık limana ve döküntülere dikkat edilmeli...Alargada kalınılabilir.



Zaten sezonda iskelede yer bulmak sorun.
Yemek için bir restoran var.
Bu sene işletmecileri değişmiş. Bizi çağırdılar ama biz teknede yiyeceğimiz için gitmedik.
Başka müşteri de olmadığından erkence jeneratörü kapadılar ve koy muhteşem bir sessizliğe gömüldü...

Sessizliği dinlemek...
Gerçekten bizim gibi kalabalık şehirlerde yaşayanlar için muhteşem...

Müze bekçisi, bu sene seçimlerde yakındaki köyün muhtarı olmuş. Saatlerce konuştuk, çok ilginç ve güzel düşünceleri var. Umarım gerçekleştirir...



Ve seyir notlarımızdan alıntı...

"...Bugünkü rotamız Hayıtbükü, Palamutbükü ve Knidos.
Rüzgarsız bir havada motorla seyre başladık. Bir iki yelken denememiz oldu. Ancak kısa süre içinde rüzgarın gücü kesildi.
Bir-iki saat sonra Hayıtbükü’ne (36o 41’ 03 N; 27o 34’24 E)giriş yaptık.

Buraya karadan da ulaşım var. Çok küçük birkaç tesis olan küçük ve bakir bir koy. İskelesi var. Ancak sezonda sürekli dolu olduğundan eminim.
Sakin bir tatil geçirmek için ideal gibi duruyor.
Koyun içerisinde hafifçe dolanarak durmadan çıktık.

Şimdiki hedefimiz Palamutbükü. Hayıt büküne çok yakın olan Palamutbükü’ne ( 36o 40’ 07 N; 027o 30’11 E) kısa süre içerisinde ulaşıyoruz.
Palamutbükünde küçük bir liman var. Buraya bağlandık. Ve ilk kez denize girdik. Deniz oldukça serin, sakin ve temizdi.
O kadar sakindi ki yalnız bir ahtapot bize süre eşlik etti.
Palamutbükü’nde hummalı bir yol çalışması vardı.
Yol bittiğinde sahil daha temiz ve düzenli olacağa benziyor. Palamutbükü’nde duyulan tek ses yol yapımında çalışan işçilerin garip bağırtıları.

Akşam üstüne kadar Palamutbükü’nde kaldık. Burada su ve elektrik imkanı da var. Su imkanı olunca sıcak ve uzun bir duş aldıktan sonra sıcak çorba ve birer sandviçle keyfimizi perçinledik.

Demir alma zamanı rotamız Knidos. (36o 41’ 05 N; 027o 22’ 28 E)
Geçen seneki kalabalık ve yüzer iskeleden eser yok.
Yüzer iskele şiddetli lodosta hasar görmüş ve bu nedenle kaldırmışlar.

Kazıklı iskele yerine neden yüzer iskele yapıldığını Knidos antik kentinin eski görevlisi, yeni muhtarından öğrendik.

Knidos’un yok oluşuna neden olan deprem, yerleşim alanlarını 7 metre denizin içine gömmüş. Şehrin bir bölümü Knidos limanının altında kalmış.
Buradaki eserlere zarar vermemek için iskele izinle ve sınırlı olarak yapılabilmiş.
Knidos iskelesine aborda olduk.

Gün batımı yaklaşırken şarap ve peynir bizlere eşlik etti.

Murat her zaman olduğu gibi fotoğraf makinesi ile her şeyi fotoğraflamaya başladı. Alper Knidos antik şehrini dolaşıyor.
Bir ara kendisi antik tiyatroda gördük. Sesi tüm netliği ile bize kadar ulaşabiliyordu.
Güzel sesinden ( Böyle bir rivayet var. Henüz duyamadık.) bir şarkı istedik ancak başarılı olduğumuzu söyleyemem.

Murat fotoğraf çekimi sırasında Şahin adında bir balıkçı ile tanışmış. Gün batımı sırasında onunla birlikte ağ toplamaya gittiler. Onlara Alper de eşlik etti.

Bizler laciverte dönen eşsiz gökyüzünün altında şarap ve peynir keyfimize devam ettik. Çok huzurlu ve dingin bir ortam.

Zaman zaman karadan esen rüzgar kekik kokuları getiriyor.

Murat ve Alper’in dönüşü karanlığı buldu.
Hazırladığımız fesleğenli makarnayı afiyetle yedik. Ve uzunca bir süre balıkçı Şahin Reis’in ağ temizlemesini izleyerek sohbet ettik. Ağdan çıkan tüm barbunları satın aldık.

Gece hava iyice serinledi.
Yarın sabah 4:00’da yola çıkacağız.
Amacımız sabah gün doğduğunda Nisiros’ta olmak..."

Palamutbükü...



Palamutbükü;
Datça yarımadasının güneyinde Knidosa varmadan son liman...
Badem ağaçları içinde uzun bir sahil şeridine sahip... Hala çok bakir...
Küçük bir limanı var. Liman girişi oldukça sığ içeriye dikkatli girmekte fayda var.
Elektrik ve su mevcut.

Muhtarlık tarafından işletiliyor, makbuz karşılığı ücret ödeniyor.

Bizim son gidişimizde Nisan ayı olduğundan henüz sezon açılmadığı için olsa gerek belki de Türk olmamızdan olabilir ücret ödememiştik. Bağlanma ücreti sanırım 20 tl.

Sahilde çok sayıda restoran var.
Benim favorim hemen limanın başındaki "Liman Restoran".

Sahildeki toprak yola bu sene boyluboyunca taş döşeniyordu...
Limanın hemen arkasındaki küçük bir plajda son derece temiz.

Nisiros Adası...



Nisiros;
Knidosa 10 nm uzaklıkta güneybatı yönünde küçük bir yunan adası...
Ana yerleşim yerine tekne bağlama feribotlar nedeniyle sıkıntı yaratabilir.
Paloi ise daha sakin ve küçük bir yerleşim, şirin bir limanı var.




Limanın girişi oldukça sığ derinlik alarmımız çala çala dikkatlice girdik bu limana.
Liman girişinin tam karşısı ise küçük bir kumsalla bitiyor...

Eti' den Halil Kaptan'ın tuttuğu seyir notlarından Nisiros bölümü aşağıda...

"21 Nisan 2009, SalıSabah saat 4:00. Tekne gece seyrine hazırlanıyor. Yıldızlar sanki yeryüzüne dokunacakmış gibi yakın gözüküyorlar. Bir de onlara Samanyolu eşlik etmiş. Samanyolu ilk kez bu kadar net ve ihtişamlı görüyorum.Seyire başladık.



İlk gece seyrimiz.
Eyüp dışında oldukça tedirginiz. Yıldızların ve ayın yansıttığı cılız ışıktan başka ışık yok. Her yer karanlık. Navigasyon cihazının rehberliğinde limandan çıkıyoruz. Şahin Reis’te balığa çıkmak için hazırlanıyor. Telsizim açık kanal 16’yı hiç bu kadar hareketli duymamıştım. Şarkılar, bağrışlar, aşk iniltileri vesaire. Milletin gece canı sıkılıyor galiba. Önümüzden bir şilep geçti. Gördüğümüz tek şey iki beyaz ve bir kırmızı ışık. Arkada Deveboynu fenerinin güçlü çakar ışığını geride bırakarak Nissiros’a doğru yol alıyoruz. Nissiros’a yaklaştıkça deveboynu fenerinin kılavuzluğuna Nissiros’un feneri de eklendi. Kahvaltımızı çay ve kuru pasta ile yaptık. Gecenin ıslak soğuğunda içtiğimiz çay bizleri çok rahatlattı. Gün Datça yarım adasının üzerinde doğmak üzere. Ortalık güzel ve sıcak bir kızıllığa büründü. Manzara görülmeye değer. Nissiros’a (girmek üzereyken güneş sıcaklığını da hissettirmeye başladı. Nissiros’un kıyılarında rahatsız edici bir koku duyuyoruz. Kokunun sülfür ya da kükürt olduğunu tahmin ettik. Burası volkanik bir ada koku muhtemelen hale aktif olan volkandan geliyor. Ada tepeden bakıldığında daire şekline yakın. Püskürmelerin etkisi olsa gerek.
Adada girebileceğimiz iki liman var.


Birisi Nissiros’da (adanın kuzey batı ucu)(36o 36’ 50 N; 027o 08’22E) diğeri ise Paloi’de ( adanın kuzey doğu ucu)(36o 37’ 09 N; 027o 10’15 E).
Biz Paloi’yi tercih ettik. Burası daha sakin ve daha yeni bir liman gibi duruyor.Paloi liman girişinde derinlik 2,5 metreye düşüyor. Limana demir atarak kıçtan kara bağlandık. Bağlanır bağlanmaz gece Şahin Reis’ten aldığımız barbunları temizlemeye başladık.



Liman sularında küçük balıklar bayram etti.
Gece kurupasta ile geçiştirdiğimiz kahvaltımızı Alper’in hünerli ellerinde çıkan patatesli yumurta ile tamamladık.
Planımız öğle saatlerine kadar adayı dolaşmak ve ardında Tilos’a yelken açmak. Ada da görülmesi gereken önemli yerlerden biri volkan. Buraya motosiklet ile gitmeyi planladık.
Ancak limandaki motorları 10 Hollandalı ihtiyar delikanlı kiralamış.


Mecburen onların dönüşünü bekleyeceğiz.Bizi ne arayan var ne de soran. Vizenin gereksiz olduğunu düşünmeden edemiyoruz.
Yaşlı ve alımlı bir bayan teknenin Amerikan bayrağını görerek, “ amerika’dan mı geldiniz” diye sordu. Türk olduğumuzu öğrenince birden yüzü değişti, olumsuz bir ifade ile “ ben New York’tanım” diyerek çekti gitti. Türklere karşı oluşmuş tatsız ön yargıyı ilk kez burada yaşadık.
Alper ve Murat Adayı dolaşmaya başladılar. Bizler ise teknede kitap okuyarak ve uyuklayarak vakit geçiriyoruz.
Murat ve Alper’in gördüklerini onlardan alalım.





Bir süre sonra motorlar tek tek gelmeye başladılar. Motorları kiralayan adamın talimatı ile gelen motorları hemen alıp gidebiliriz. Motorcu fiestaya gitti ve bize “ dönen motorları alın gidin” demişti. Bir süre motorları çalıştıramadık. Kimisinin benzini var kimisinin yok. Çalıştırabildiğimiz ve benzin seviyesi en iyi olan dört motoru aldık.
Herkes ya ilk defa ya da uzunca bir süreden sonra ilk defa motor kullanacak. Herkesin yüzünde çocuksu bir heyecan var. O an kendinizi en az 20 yaş geriye götürdü. Ortalama 20 diyelim.
Volkana doğru tırmanmaya başladık. Önceleri tedirgin olan sürüşümüz giderek ustalaştı. Artık daha hızlı ve güvenli gidebiliyoruz.
Bir iki kez motorları stoplatarak eşsiz bir deniz manzarası eşliğinde tırmanışımızı tamamladık. Tırmanıştan sonra inmeye başladık. Artık denizi göremediğimiz gibi serinliğini de hissedemez olduk. Hava sıcaklığı artmaya başladı.
Volkan’ a yaklaştıkça adaya ilk gelişimizdeki kokuyu daha keskin duymaya başladık. Geldiğimiz volkanın adı Stefanos.
Adada buna benzer birkaç tane daha volkan var.
Stefanos krakerinin çapı 300 metre derinliği 25 metre.
Hala aktif halde. Avrupanın en büyük canlı volkanı.
Santorini familyasından.
Mitolojiye göre Nissiros, Poseidon’un savaşçısı Polybetes’e kızmış ve Kos adasından bu parçayı koparmış. İşte o günden beri homurdanır dururmuş.
Dönüş yolunda bir köye uğrayarak buradaki yaşantıyı gözlemlemek istiyoruz. Gelirken indiğimiz yolu şimdi çıkıyoruz.
Tepeye ulaştığımızda denizin taze havası ve serinliği yüzümüze çarpıyor.
Girmeyi düşündüğümüz köy adanın kuzey ve doğusunu gören hakim bir tepede. Ana yoldan çıkıp oraya dönüyoruz.
Nadir yolda durup bir iki fotoğraf almak istedi. Biz durmadan köye giriyoruz. Köyün ismi Emporios. Bu köy de diğer merkezler gibi AB tarafından fonlanmış. AB’den alınan paralarla güzelleştirilmiş. Köydeki hakim renk adanın genelinde olduğu gibi beyaz ve mavi.
Köyün içerisine otomobil ya da motosiklet giremiyor. Yollar çok dar ve dik. Köyün en yüksek noktasında bazı kale kalıntıları var. Burada da paskalya kutlamaları devam ediyor.
Bizler köyden ayrıldığımızda Nadir hala gelmemişti.
Paloi limanına indiğimizde köyün girişinde benzinin bittiğini ve aşağıya kadar motorsuz geldiğini öğreniyoruz. Ve ilginç bir şekilde motorları bize veren adam bizden para istemiyor.
Motorları ilk kiralayan Hollandalı’ların günlük kiralama ücretini verdiğini düşünerek “ ne kadar doymuş ve ince insanlar” yorumunu yapıyoruz.