24 Ağustos 2009

Aralık' ta Rodos...





2008 Aralık' ta yaptığımız RODOS ziyareti...

Seyrimizi Fırtına nedeniyle revize edince Göcekten sabah erken saatlerde avara olduk...
Yavaşça Göcek körfezine doğru motor bastık...Solumuzda Göcek adası, sağımızda ise sırasıyla güzel koyları geçiyoruz, hava günlük güneşlik...
Burhan, Reyhana otomatik pilotu anlatıyor ama bu arada fırçasını da yiyor... Madem böyle bir kolaylık vardı da bana niye söylemediniz saatlerdir dümendeyim, size de kıyıp bırakamıyorum diye...
Ben teknenin üstündeki botun üstüne yumuşacık tünemiş etrafı seyrediyorum...İşte Yassıcalar, biraz ilerde tersane adası, ya bu Zeytin adasını şimdi kim almıştı muhabbetleri, Daha ilerde ise Domuz adası Simavilerindi galiba... Anlayacağınız zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış durumları...
En iyisi yine entellektüel takılmak, anladınız di mi? Bedri Rahmi koyu sancağımızda uzanıyor...
Bu sefer Tersane adası ile Domuz adası arasından geçiyoruz... Ana yelkenimiz yola çıkar çıkmaz açılmıştı zaten... Hava çok sıcak ve gram rüzgar yok...
Meyva yıkadık yiyoruz... Ben ayvayı çok severim... Klasik ayva yedim geyiği yapılıyor, gülümsüyorum...
Sanki 3 gün önce tüm tekne bulantıdan, bağırtıdan, somurtmaktan yıkılmamış gibi... Herşey unutulmuş iyiden iyiye...Teknenin arkasına geldim tekrardan Fethiye Körfezide çok sessiz ve durgun...
Marmaristen aldığım olta takımını tekrar çıkardım, bütün olta birbirine girmiş, bu misina nasıl çözülür. Aklıma nerden geldiyse İskender, Diyojen o meşhur kördüğüm geldi... Elimi bıçağa uzattım ama sakın kesme biz açarız dedi kızlar...
Mehmetten (M.Erem) öğrenmeli iyice bu işleri madem sık sık uzun gezilere çıkıyoruz...
Gerçi ilk gün henüz havamız yerindeyken Yılancık adası civarında koskoca bir palamut yakalamış ve Ekincikte Tahir ustaya tarttırıp 1.250 gr olduğunu öğrenmiş zevkten dört köşe olmuştuk...
Bu benim bizzat ilk yakaladığım balık olduğu için tüm detaylarıyla ayrı bir yazı başlığı olmayı hakkediyor... Ve bu balığı çekmeye çalışırken peşinden gölge gibi koskoca bir balık görüp ürkmedik desek yalan olur... (neyse fazla detay vermeyelim )Sırtıyı suya attık, tüm misinayı da saldık peşinden... ( taa Rodosa kadar peşimizden öyle geldi )Ben bu arada nasıl olsa bir tane balık yakalamış ve usta balıkçı olmuş edalarında ortağımı kızdırıyor "sen bi tane yakalayana kadar ben artık tutmayacağım" filan diyorum...
Kurdoğlu burnunu bordaladık, solumuzda peksimet adası...
Rotamız Rodos...
Bu arada rüzgar başladı hafif hafif, yelken yapacağız diye keyiflendik...Rüzgar giderek artıyor... 20 Knot civarına oturdu... Full arma deniz üstünde keşişlemeden gelen rüzgarla geniş apaz bir seyirle uçuyoruz sanki... Dalgalarda sörf yaparken hızımız 9-9.5 Knotları buluyor... Her bir yeni rekor ölçümde bağırıyoruz. Dalgalar çok büyüdü, rüzgarda 25-30 arası hatta sağanaklarda 35 i buluyor...
Aklıma Yelken Dünyası dergisinin bir sayısında Dr. Noyan Eralp'in bir sözü geliyor... "Rüzgar pupadan gelsin isterse kol gibi gelsin" gibi bişeydi sanırım... Bizim de rüzgarımız kol gibi geliyor ve geniş apazdan geliyor...
Herşey yolunda ve çok zevk alıyoruz...Yaklaşık 3-4 saat sürekli yelken yaptık...taaa Rodosa kadar neredeyse Mandraki Limanına tam arma yelkenle gireceğiz... Hava kararmaya başladı Liman önlerine vardığımızda, Rodos Feneri bize keskin ışığıyla yol gösteriyor, rüzgar giderek şiddetleniyor, dalgalarda iyice büyümeye başladı...Liman ağzına varmadan yelkenleri indirdik...Rüzgarın ıslığını dinleyerek yavaşça limana girdik...





Yazın yer bulma sorunu yaşayıp bize sıkıntı yaşatan limanda girişe göre iskele tarafta boş bir çok yer var... Koca bir motoryat ile bir yelkenli arasına yavaşça kıçtan yanaşıp koltuk aldık... Demiri ise özellikle uzunca serdik...Pasarellamızı yerleştirip şöyle bir ayağımızı yere basalım derken sanki gök boşandı şiddetli bir yağmur başladı...
Neyse sorun yok, giyinip çıkacağız... Yağmur dindi biz de çıktık...
Akşama Nikos Tavernaya gideceğiz. Nikos Taverna daha önceki gelişlerimde gittiğim, sizlerde Rodosa gidecek olursanız gitmenizi şiddetle tavsiye edeceğim bir yer...
Şimdi yazacaklarımı ise abarttığımı düşünmeyin ve lütfen "yuhhh boşan da semerini ye" tarzı içinizden geçirmeden okuyun...
Nikos bizi baş köşeye yerleştirdi...
Rodos Türklerinden Hasanın arkadaşı olan Nikos aslında bir Arnavut göçmeni ve Hasan nedeniyle ayrı bir itibar görüyoruz. (Hasanla eski gezilerimden birinde tesadüfen tanışıp dost olmuştum.)Önce adını bilmediğim islenmiş dil balığına benzer çok nefis bir balık geldi.
Buz tepsi içinde yeşillikler ve üstünde taze limonla servis edilen koskoca bir istiridye tepsisi, kalamar, ahtapot, nefis bir midye kocaman bir kase içindeydi ve limonlu, baharatlı, safranlı suyu bile tek başına lezzet coşkusuydu... Simsiyah hale getirilmiş şarapla muamele edilmiş sübye-ki ilk kez yedik-. Patlıcan közde ama nasıl anlatacağımı bilemiyorum... Greek salad, Barbun, küçük popcorna benzeyen karidesler... Ve en sonunda bol deniz ürünlü risotto...
Tüm bunlara eşlik eden bence çok lezzetli ev şarabı...
Arkasından kahve ve tatlılar...
Nasıl ama ağzınızın suyu akıyor değil mi?Az yiyelim dedikçe yiyoruz...
Amannn nasılsa dönüş yolunda hepsi gidecek, içimiz dışımıza çıkacak şeklinde espriler,gırgırlar bile rahatça yapar hale gelindi...
Yemekten sonra şiş göbeklerle dışarıya çıktık, hava oldukça serin ama yağmur yok... Teknelere kadar yürüdük, nasıl rüzgar var liman içinde anlatamam ve tekneler delice sallanıyor... Hanımlar pişman olmaya başladılar çok yediklerine... Sallantıları görmek bile mideleri kaldırmaya yetiyor. Ama dikkatlice tekneye bindiler ve tüm günün yorgunluğuyla o gürültü, sallantı içinde uyumayı başardılar... Yanımızdaki motoryatın pruvasından bizim teknenin pruvasına koç boynuzuna bir açmaz aldık. Rüzgar iskele kıç omuzluktan geliyor. Yedek bir halatla kıçtan yedekleme aldık. Pasarellayı çıkarıp, teknenin kıçını biraz daha açıp bizde uyuduk...
Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, yanımızdaki yelkenli tekne alman bayraklı ve genç bir karı koca ve 3 tane en büyüğü 12 yaşlarında diğerleri 7-8 yaşlarında 2 erkek bir kız çocukları var. Teknelerine bakılırsa teknelerinde yaşıyorlar ve dünyayı dolaşıyorlar.
Reyhanın çok ilgisini çekti. O dar mekanda nasıl yaşadıklarını merak etti ve bir daha bizim tekne için bu dar, burada boğulacak gibi oluyorum, içim daralıyor filan demedi...
Almanca bilmediğine üzüldü, özellikle o genç anneyle konuşmak istediğini ve "Neden?" sorusuna cevap vermesini merak ettiğini söyledi...
Ben ise daha çok "neden?" değilde "nasıl?" sorusuna cevap arardım diye düşündüm gece boyu...
Ertesi sabah uyandığımızda ki çokta sağlıklı uyuyamadığımı söylemeliyim gece boyu defalarca kalktım tekneyi kontrol ettim, en az benim kadar da Burhan kalkmıştı...
Bu limanı bilenler daha iyi anlayacaklardır yazdıklarımı okuyunca, gece kalktığımda gördüğüm taa dışardan mendireğin diğer tarafından o geniş mesafeyi geçen dalgalar liman içine teknemize kadar geliyorlardı. Bunu bana anlatsalar inanmazdım...
Hava durumu sitelerinde Rodos ve civarı 7-8 bofor fırtına gösteriyor ve haritalarda kıpkırmızı idi...
Tam da fırtınanın göbeğine düşmüş ve Rodosta mahsur kalmıştık...
Bizce sakıncası yoktu...
Pasaport, vize, transit log, tekne evrakları vs soran yoktu... Keyfimizce gezip, tozacaktık... yiyip içecektik...Zaten sorsalar da gösterecek vizemiz filan yoktu...Neyse lafı fazla uzatmayalım...
Bu sefer kale içini gezmeye gideceğiz...



Gerçi sezon dışı ve kimsecikler yok ama olsun her yer tertemiz, yağmurda olan tozu toprağı yıkamış... Neredeyse sokak sokak dolaştık. Bu arada bir iki dükkan açık elbette...
Bunlardan bir tanesi tesadüfen Türk çıktı bizi buyur ettiler dükkana girdik başladık sohbete, geçmiş bayramımızı kutladılar...
Burası denizcilik, tekne, yelken ile ilgili bir blog o yüzden bambaşka bir konuda kişisel düşüncelerimle çok farklı bir tartışmanın ateşini fitillemek istemem ama kısacası çok duygulandığım ve düşüncelere daldığım bir sohbet oldu...
Öğleden sonra Rodosun çarşı merkezini gezdik.
Neredeyse en büyük dörtyol ağzındaki mağazaların birinde tamamen şemsiye satılıyordu. Reyhan, kendine ve kardeşlerine ve bazı sevdiklerine buradan şemsiye satın aldı.



Biz, demekki burada çok yağmur yağıyor sonucunu çıkartarak yağmur altında gezdik...
Akşam ise gündüz tanıdığımız Türklerin önerdiği Sagis Tavernaya gittik. Burası da çok güzeldi, bizim geleceğimiz Eşref tarafından tembihlenmiş ve çok ilgi gördük... Neredeyse birgün önceki gibi ama daha az miktarlarda bol deniz ürünü yedik...
Yine keyifle ama yağmur altında limana döndük...Rüzgar henüz dinmemişti gerçi hava durumu tahminleri havanın gece kalacağını söylüyordu...Saatimi gece 04.00 e kurdum. Yine gece boyu birkaç kez uyanıp konrtol etmemizle beraber o saatlerde zil çalmadan uyandım.
Burhanı kaldırıp kızları uyandırmadan sessizce limandan avara olduk... Rüzgar dinmiş ama ölü dalgalar oldukça rahatsız ediciydi...Liman çıkışında ana yelkeni açıp Kadırga burnunu kerteriz alıp yaklaşık 5-6 derece rotasında başladık motor yelken gitmeye...
Sabah saat 8.30 da Marmaris körfezinde 9 da ise Albatros marinaya bağlanmıştık...
Hanımlar yeni yeni uyanıp Türkiyeye varmış olduğumuzu görüp seviniyorlardı...
Tekneyi hemen güzelce boşaltıp, temizleyip yola koyulduk...
Bugün evde bu yazıyı yazarken tekrar ne zaman seyre çıkacağım düşüncesi ve heyecanı içimde...
herkese sevgilerimle...

Eyüp

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Webmaster cok tesekkurler...

Selamlar Burcu